Sıkça Sorulan Sorular
Üst gastrointestinal sistem endoskopisi (özofagogastroduodenoskopi), ağızdan başlayarak sindirim sisteminin üst kısmında yer alan yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağının iç yüzeylerini incelemek için kullanılan bir tıbbi işlemdir. Bu işlem gerçekleştirilirken, endoskop adı verilen esnek, bükülebilir, ucunda minik bir kamera olan parmak kalınlığındaki cihaz ile ağızdan girilir. Cihaz içerisinden az miktarda hava verilmek suretiyle sindirim sisteminde yavaşça ilerletilerek sırayla yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağının içyapıları ayrıntılı olarak incelenir. Gerek duyulduğunda, aynı seansta, endoskopun ucundaki kanallardan cerrahi aletler veya örnek alma (biyopsi) aletleri geçirilerek tanı koymak veya tedavi uygulamak için çeşitli işlemler (biyopsi, polipektomi, dilatasyon, stent koyma vb) gerçekleştirilebilir.
Endoskopi hangi şikayetlerin ve hastalıkların araştırılması için yapılır?
Endoskopi sıklıkla aşağıdaki şikayetlerin ve hastalıkların ayırıcı tanısı için yapılır:
Karın ağrısı
Midede yanma ve ekşime
İstemsiz kilo kaybı
Bulantı, kusma
Yutma güçlüğü
Gaz, şişkinlik ve geğirme
Mide ve oniki parmak bağırsağı ülserleri
Reflü hastalığı ve buna bağlı gelişen değişikliklerde (darlık, Barrett özofagusu vb.)
Üst gastrointestinal sistem kaynaklı tümörler
Görüntülemelerde yemek borusu, mide veya oniki parmak bağırsağında duvar kalınlığı tespit edilmiş ise
Yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağı kaynaklı kanamalarda
Çölyak hastalığı
Demir ve vitamin B12 eksikliği
İşlemden önce takma diş ve gözlük varsa çıkarılır. İşlemin boğazda rahatsızlık hissi yaratmaması ve rahat tolere edilebilmesi için; işlemden hemen önce ağız ve boğazı uyuşturacak sınırlı uyuşturma (sprey) uygulaması yapılır. Hasta sol yan olacak biçimde yatırılır. Ağzın açık kalmasını sağlamak için dişlik yerleştirilir. İşlemin anestezi altında yapılması planlanmış ise bu aşamada damardan sakinleştirici ilaçlar verilir. Sonra ağız boşluğu ve boğazdan geçilerek yemek borusuna ve ardından mideye ilerlenir. Bu aşamalarda görüşü sağlayabilmek için mide içerisine cihaz yardımıyla aralıklarla hava üflenir. Sonrasında oniki parmak bağırsağına ilerlenir. Cihazın çıkarılması esnasında bağırsak, mide ve yemek borusu ayrıntılı olarak değerlendirilir. Gerek duyulursa biyopsiler alınır. İşlem sonlandırılmadan önce üflenen havanın büyük kısmı geri emilir. Geride kalan az miktardaki hava işlemden sonra doğal yollarla (ağız ve makat yoluyla) ek bir müdahaleye gerek kalmadan çıkartılır.
Endoskopi işlemi ortalama ne kadar sürer?
Standart endoskopi işlemi genellikle 15-30 dakika arasında sürer. Ancak bu süre, işlem esnasında tespit edilen hastalıklara ve yapılan ek işlemlere göre değişebilir.
Endoskopide biyopsi neden alınır?
Endoskopi esnasında yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağında anormal görünen alanlardan hastalıkların kesin teşhisini koymak amacı ile biyopsi alınabilir. Biyopsi almayı gerektiren sık nedenler arasında midedeki gastritinin tipini ve olası seyrini belirlemek, Helikobakter pilori adı verilen mide rahatsızlıkları ile yakından ilişkili mikrobun varlığını tespit etmek, poliplerin teşhisini ve riskini belirlemek, kanser teşhisi koymak, yutma güçlüğünün nedenini araştırmak, Çölyak hastalığını araştırmak sayılabilir. Biyopsi alınması sadece kanser şüphesi olduğu anlamına gelmez.
Endoskopi için anestezi gerekli midir?
Endoskopi işlemi anestezi vermeden, sadece boğazın uyuşmasını sağlayan sprey uygulamasının ardından yapılabilir. Fakat bu durum özellikle öğürme refleksi fazla olan hastalarda işlem esnasında hasta ve hekim için çeşitli zorluklara sebep olabilir. Bu yüzden hastanın konforunu artırmak ve işlem sırasında rahat bir deneyim yaşamasını sağlamak için genellikle anestezi veya sedasyon tercih edilir. Sedasyon için işlem öncesi, koldaki yüzeyel bir toplardamara bir kateter (damaryolu, yumuşak kanül) yerleştirilir ve buradan damar yolu ile sakinleştirici (örn. Midazolam ve/veya propofol) ve ağrı kesici (ör. pethidin, meperidin) ilaçlar verilir. Bu ilaçlar hastayı endoskopik işlemi rahat tolere edebileceği yarı uykulu bir hale getirir. Tam bir bilinç kaybı olmamakla birlikte genellikle tetkik sonrasında hasta yaşananları ayrıntılarıyla anımsamaz. Ancak, bazı durumlarda, hastanın genel sağlık durumu veya endoskopinin yapılma nedeni gibi faktörler göz önüne alınarak, doktor kararı ile anestezi veya sedasyon uygulamasına gerek duyulmayabilir. Sedasyon verilecek hastaların işleme muhakkak bir refakatçi ile birlikte gelmeleri gereklidir.
Endoskopi hazırlığı için kaç saat açlık gerekir?
Endoskopi işleminden en az 8 saat önce katı gıda ve en az 4 saat önce sıvı alımı kesilmelidir. Yemek borusu, mide veya barsak çıkışında darlık nedeni ile boşalma sorunu olan hastalarda daha uzun süre ile aç kalınması ve işlem öncesi özel diyet yapılması gerekebilir. Bu hastaların doktor tarafından detaylı bilgilendirilmeleri gereklidir.
Düzenli aldığınız ilaçlara endoskopi öncesi ara vermeniz gerekli midir?
Kan sulandırıcı ilaç kullanan hastalar endoskopik işlemi yapacak doktoru işlemden önce muhakkak bilgilendirmelidir. Doktorunuz gerektiğinde ilaçları başlayan bölüm ile konsülte ederek ilaçların işlem öncesi nasıl kullanılması gerektiğine karar verecektir. Kan sulandırıcı ilacın türü, yapılacak ek işlemler ve hastanın genel sağlık durumu gibi faktörler göz önünde bulundurularak ilaçların işlemden 2-7 gün öncesinden kesilmesi veya devam edilmesine karar verilebilir.
Tansiyon ilaçları işlemden 4 saat önce az miktarda su ile alınabilir. Diyabet (Şeker) hastalarının hazırlığı kullanılan ilaçlara göre değişmekte olup, hastaların doktor tarafından detaylı bilgilendirilmeleri gereklidir.
Anestezili endoskopi sonrası nelere dikkat edilmelidir?
Anestezili endoskopi yapılan hastalar, ilaçların etkisi geçene kadar gözlem altında tutulur. 1-2 saatlik bir dinlenme ile hastalar kendini normal hissederler. Fakat anestezinin etkisi azda olsa devam edebileceği için mutlaka bir refakatçi eşliğinde evlerine gitmeleri gerekir. İlaçların etkisinin geçeceği ertesi güne kadar motorlu araçlar kesinlikle kullanılmamalı ve diğer dikkat gerektiren eylemler yapılmamalıdır. İşlemden iki saat sonra hafif, sindirimi kolay yemekler yenebilir.
Endoskopi ve kolonoskopi birlikte yapılabilir mi?
Gerekli durumlarda endoskopi ve kolonoskopi aynı seansta birlikte yapılabilir. Bir arada yapılması, hastaya tek bir işlem için hazırlık yapma ve anestezi veya sedasyon maruziyetini azaltma avantajları sağlar.
Endoskopi ne sıklıkta yapılır?
Endoskopinin ne sıklıkta yapılacağı, hastanın klinik durumuna, şikayetlerine, tıbbi geçmişine ve endoskopinin bulgularına bağlıdır.
Kolonoskopi uç kısmında kamerası olan esnek yapıdaki bir endoskopi cihazı (kolonoskop) ile rektumun, kalın bağırsağın tamamının ve ince bağırsağın son kısmının iç yüzeylerinin değerlendirilmesi işlemidir.
Kolonoskopi hangi şikayetlerin ve hastalıkların araştırılması için yapılır?
Kanlı ya da mukuslu dışkılama
Yeni ortaya çıkan kabızlık
Bağırsak alışkanlığında değişiklik
Açıklanamayan karın ağrısı ve kilo kaybı
Kronik ishal
Kolon poliplerinin takibi
Demir eksikliğine bağlı gelişen kansızlık
Bağırsak kanseri şüphesine neden olan anormal görüntüleme bulguları
İnflamatuvar bağırsak hastalığı (Ülseratif kolit ve Crohn)
Tarama amaçlı: 45-50 yaşın üzerindeki herkese kolonoskopi ile tarama yapılması önerilir. Taramanın amacı kolorektal kansere neden olan riskli poliplerin erkenden tespit ve tedavi edilmesidir.
Kolonoskopi hazırlığı nasıl yapılır?
Bağırsakların detaylı bir şekilde değerlendirilebilmesi için işlemden önce temizlenmesi gereklidir. Aksi takdirde yapılan işlem sağlıklı sonuç vermez. Temizlik için işlemden önceki 2-3 gün düşük lif içeren diyet uygulanır. İşlemden önceki akşam ishal yapan müshil ilaçlar içilir. Temizlik için önerilen ilaç, diyet süresi ve diyet içeriği hastadan hastaya değişiklik gösterebilir. Kolonoskopi işleminden en az 8 saat önce katı gıda ve en az 4 saat önce sıvı alımı kesilir.
Kolonoskop ile makattan girilerek kalın bağırsağın son kısmı çekuma ilerlenir. Ardından ileoçekal valve’den girilerek ince bağırsağın son kısmı olan terminal ileumun son 15-20 cm’si değerlendirilir. Gerek duyulursa parça (biyopsi) alınır. Polipler çıkartılır (polipektomi). İşlem esnasında bağırsakların görüntülenebilmesi için aralıklarla hava ve gerek duyulursa su verilir. İşlem sonlandırılmadan önce verilen havanın büyük kısmı geri emilir. Geride kalan az miktardaki hava işlemden sonra doğal yollarla ek bir müdahaleye gerek kalmadan çıkartılır.
Kolonoskopi işlemi ortalama ne kadar sürer?
Standart kolonoskopi işlemi genellikle 20-30 dakika arasında sürer. Ancak bu süre, bağırsağın yapısına, işlem esnasında tespit edilen hastalıklara ve yapılan ek işlemlere (polipektomi vb.) göre değişebilir.
Kolonoskopi için anestezi gerekli midir?
Kolonoskopi, işlem esnasında verilen havanın oluşturduğu gerilmeye ve kolonoskopun bağırsakların köşe yaptığı yerlerden geçerken oluşturduğu baskıya bağlı olarak bazı hastalarda ağrıya neden olabilir. Hastanın konforunu artırmak ve işlem sırasında rahat bir deneyim yaşamasını sağlamak için hastanın da tercihine göre anestezi verilebilir. Anestezi için işlem öncesi, koldaki yüzeyel bir toplardamara bir kateter (damaryolu, yumuşak kanül) yerleştirilir ve buradan damar yolu ile sakinleştirici (örn. Midazolam ve/veya propofol) ve ağrı kesici (ör. pethidin, meperidin) ilaçlar verilir. Bu ilaçlar hastayı endoskopik işlemi rahat tolere edebileceği yarı uykulu bir hale getirir. Tam bir bilinç kaybı olmamakla birlikte genellikle tetkik sonrasında hasta yaşananları ayrıntılarıyla anımsamaz. Sedasyon verilecek hastaların işleme muhakkak bir refakatçi ile birlikte gelmeleri gerekir.
Düzenli aldığınız ilaçlara kolonoskopiden önce ara vermeniz gerekli midir?
Kolonoskopi hazırlığı öncesinde kullanılmakta olan tüm ilaçlar hakkında işlemi yapacak doktora bilgi verilmelidir. Doktorunuz gerektiğinde ilaçları başlayan bölüm ile konsülte ederek kan sulandırıcı ilaçların işlemden önce kesilip kesilmeyeceğine karar verecektir. Kan sulandırıcı ilacın türü, yapılacak ek işlemler ve hastanın genel sağlık durumu gibi faktörler göz önünde bulundurularak ilaçların işlemden 2-7 gün öncesinden kesilmesine veya devam edilmesine karar verilebilir.
Tansiyon ilaçları işlemden 4 saat önce az miktarda su ile alınabilir. Diyabet (Şeker) hastalarının hazırlığı kullanılan ilaçlara göre değişmekte olup, hastaların doktor tarafından detaylı bilgilendirilmeleri gereklidir.
Anestezili kolonoskopi sonrası nelere dikkat edilmelidir?
Anestezili kolonoskopi yapılan hastalar, ilaçların etkisi geçene kadar gözlem altında tutulur. 1-2 saatlik bir dinlenme ile hastalar kendini normal hisseder. Fakat anestezinin etkisi azda olsa devam edebileceği için hastaların mutlaka bir refakatçi eşliğinde evlerine gitmeleri gerekir. İlaçların etkisinin geçeceği ertesi güne kadar motorlu araçlar kesinlikle kullanılmamalı ve diğer dikkat gerektiren eylemler yapılmamalıdır. İşlemden iki saat sonra hafif, sindirimi kolay yemekler yenebilir.
Kolonoskopinin riskleri nelerdir?
Herhangi bir tıbbi işlemde olduğu gibi kolonoskopinin de bazı olası istenmeyen yan etkileri (komplikasyon) vardır. Fakat deneyimli endoskopistlerce yapıldığında kolonoskopi genellikle güvenli ve düşük riskli bir işlemdir. Nadiren biyopsi alınan veya polip çıkarılan bölgeden kanama gelişebilir. Kolonoskopun bağırsakta ilerletilmesine bağlı veya polip çıkartılması, darlık genişletilmesi gibi tedavi edici müdahalelere bağlı olarak barsak duvarından yırtılma/delinme olabilir. Yırtılma olduğunda cerrahi müdahale gerekebilir. Nadiren anesteziye bağlı alerjik reaksiyonlar veya solunum problemleri gibi yan etkiler gelişebilir. Komplikasyonların erken tedavisi önemlidir. Bu nedenle işlemden sonra ateş, gittikçe artan karın ağrısı, makattan bol miktarda kanama olursa hemen doktorunuzu bilgilendirmelisiniz.
Kolonoskopi ne sıklıkta tekrarlanır?
Polip çıkartılan hastalarda patoloji sonucu ve çıkartılan polip sayısı ve büyüklüğüne bağlı olarak 1-5 yılda bir kolonoskopinin tekrarı gerekebilir. 8-10 yıldan daha uzun süredir ülseratif kolit veya Crohn koliti olan hastalarda 1-3 yılda bir kolonoskopi kontrolü gerekir.
Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi (ERCP), safra yolları ve pankreas kanalının incelenmesi ve tedavisi için yaygın olarak kullanılan bir tıbbi işlemdir. Bu işlemde esnek, bükülebilir, ucunda minik bir kamera olan ve işaret parmağı kalınlığında tüp şeklinde ileri teknoloji ürünü bir cihaz ile (duodenoskop) ağızdan girilerek mide geçilmekte, oniki parmak bağırsağındaki bir açıklıktan ince, plastik bir tüp (kateter) yerleştirilerek boyar madde (kontrast) enjekte edilmekte ve X ışını kullanılarak safra kanalları ve pankreas kanalı görüntülenmektedir. Bu sayede safra kanal taşları, safra yolları ve pankreas kanal darlıkları, cerrahi sonrası veya başka nedenle oluşan safra ve pankreas kanal kaçakları, pankreas ve safra yolu ilişkili tümörler gibi çeşitli hastalıkların tanısı konulabilmekte, tanı amaçlı küçük örnekler (biyopsi) ve sürüntü (fırça sitolojisi) alınabilmekte, taşlar çıkartılabilmekte, taş-iltihabi hastalıklara veya tümörlere bağlı darlık alanlarını geçecek ve safra akışını sağlayacak şekilde veya kanal kaçaklarını ortadan kaldırmaya yönelik plastik veya metal tüpler (stent) konulabilmektedir. ERCP işlemi sırasında duodenoskop kanalından ilerletilen çok ince endoskoplarla her iki kanala girilip (kolanjioskopi ve pankreatoskopi) taşarın kırılması, darlıkların geçilmesi ve darlıkların sebebini belirlemek için görerek örnek alınması gibi işlemler de yapılabilmektedir.
ERCP hangi şikayetlerin ve hastalıkların araştırılması için yapılır?
Endoskopi sıklıkla aşağıdaki şikayetlerin ve hastalıkların ayırıcı tanısı için yapılır:
Biliyer (safra yolu) hastalıklar
Safra yolu taşları (koledok taşı, intrahepatik taşlar)
Safra kaçakları (cerrahi sonrası, travmatik kaçaklar)
Safra yolu benign (iyi huylu) darlıkları (kolesistektomi yaralanması, karaciğer nakli sonrası biliyer darlık, sklerozan kolanjit, kronik pankreatit gibi)
Safra yolu malign darlıkları (pankreas başı kanseri, oddi tümörü, safra yolları kanseri, klatskin tümörü gibi)
Diğer endikasyonlar (konjenital kistik hastalıklar, oddi sfinkter disfonksiyonu vb)
Pankreas hastalıkları
Pankreas kanal taşları
Pankreas kanal kaçakları
Pankreas kanal benign darlıkları (kronik pankreatit, travmatik ve veya cerrahi nedenli darlıklar)
Rekürren akut pankreatit
Oddi sfinkter disfonksiyonu
Pankreas divisum vb kanal anomalileri
Pankreatik psödokisti
ERCP çocuk hastalara yapılabilir mi ?
ERCP literatüründe çocuk yaş grubu 17 yaş ve altı olarak kabul edilmektedir. ERCP işlemi yaşı kaç olursa olsun 13-15 kg üzerindeki çocuk ve bebeklere yapılabilir.
ERCP işlemi için hastaneye yatmak gerekli midir?
ERCP safra kanalı ve pankreas kanalına yönelik cerrahi müdahalelerle kıyaslandığında daha az riskli ve daha az yan etkileri olmakla beraber belirli oranlarda meydana gelebilen komplikasyonları olan bir işlemdir. Bu nedenle daha önce hiç ERCP yapılmamış hastalarda ve yapılmış olsa bile yüksek riskli (karmaşık safra yolu darlığı olan, primer sklerozan kolanjit gibi) hastalarda hastaneye yatarak yapılması daha güvenlidir. Komplikasyonlar yönünden yüksek riskli olmayan hastalarda (stent değiştirilmesi, daha önce taş çıkartılmış hastalarda yeniden taş çıkartılması gibi) ayaktan da yapılabilmektedir.
İşlem için mide ve on iki parmak bağırsağının boş olması gerektiğinden hastaların işlem öncesi en az 8 saat aç olmaları gerekmektedir.
Kanamayı kolaylaştırıcı ve kan sulandırıcı ilaçlar mümkünse, işlemden bir hafta önce kesilmeli, bu tarz ilaçlar kullanılıyor ise endoskopik işlemi yapacak olan doktorun haberdar edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle hem ilacı başlayan hem de işlemi yapacak olan doktora kullanılan ilaçla ilgili bilgi verilmeli ve onların önerileri doğrultusunda ilaç kesilmelidir. Tansiyon ilaçları işlemden 4 saat önce az miktarda su ile alınabilir. Diyabet (Şeker) hastalarının hazırlığı kullanılan ilaçlara göre değişmekte olup, hastaların doktor tarafından detaylı bilgilendirilmeleri gereklidir.
ERCP işlemi anestezi yapılarak (hasta uyutularak) yapılır. Bu hastaya ve yapılacak işleme bağlı değişmek üzere şuurlu sedasyon, derin anestezi veya genel anestezi seviyesinde olabilir. Sedasyon için işlem öncesi, koldaki yüzeyel bir toplar damara bir kateter (damaryolu, yumuşak kanül) yerleştirilir ve buradan damar yolu ile sakinleştirici (örn. Midazolam ve/veya propofol) ve ağrı kesici (ör. pethidin, meperidin) ilaçlar verilir. Ayaktan yapılan ERCP işleminde sedasyon verilecek hastaların işleme muhakkak bir refakatçi ile birlikte gelmeleri gereklidir.
İşlemden önce takma diş ve gözlük varsa çıkarılır. Lokal anestezik sprey ile boğaz uyuşturulur. Hasta sol yan olacak biçimde yatırılır. Ağıza açık kalmasını sağlamak için dişlik yerleştirilir. Ağızdan girilerek inceleme yapılır. İşlem sırasında rahatça nefes alınabilir, darlık genişletme (dilatasyon) işlemi yapılırsa ağrı hissedilebilir (bunun için işlem sırasında ağrı kesici ilaçlar kullanılmaktadır), verilen havanın gerginliği hissedilir (son yıllarda işlem oda havası yerine CO2 ile yapıldığı için bu yan etkiye daha az rastlanmaktadır). İşlem esnasında görüşü sağlayabilmek için bağırsak içine doğru aralıklarla hava üflenir ve endoskopun çıkartılması sırasında üflenen bu havanın büyük kısmı geri emilir. İçeride kalan hava ağız ve makat yoluyla çıkartılır.
Endoskopi cihazları infeksiyon bulaşmasını engellemek için her hastadan sonra, önce ayrıntılı bir mekanik temizlik işleminden geçirilmekte ve daha sonra mikroplara (bakteri, virüs ve mantarlara) etkili özel bir sıvı ile dezenfeksiyon yapılmaktadır. İşlem sırasında kullanılan enstrümanların bir kısmı her hasta için yeni açılıp işlem sonrası atılmakta, diğer bir kısmı ise dezenfektan madde ya da yüksek ısı ile cerrahi alet sterilizasyonu protokolü ile tekrar kullanıma hazır hale getirilmektedir.
ERCP işlemi ortalama ne kadar sürer?
ERCP işlemi genellikle 30-60 dakika arasında sürer. Ancak bu süre, işlem esnasında tespit edilen hastalıklara ve yapılacak ek işlemlere göre değişebilir.
ERCP işlemi sırasında hangi işlemler yapılabilir ?
ERCP işlemi sırasında aşağıda listelenen işlemler yapılabilmektedir. Hastanın safra ve pankreas kanalındaki duruma göre bu işlemlerin kombinasyonu yapılmaktadır.
Tanısal kolanjiografi – pankreatografi
Biliyer ve/veya pankreatik sfinkterotomi
Safra veya pankreas kanalından örnek alınması (fırça sitolojisi veya biyopsi)
Taş çıkartılması [balonla, basketle veya kırılarak (mekanik veya lazer veya elektrohidroilk litotripsi ile)]
Darlık dilatasyonu (genişletilmesi) (dilatasyon balonu veya bujisi ile)
Stent takılması (plastik veya metal stent)
Nazobiliyer – nazopankreatik dren takılması
Bazı özel durumlarda bu işlemleri kolaylaştırmak için kolanjioskopi veya pankreatoskopi)
ERCP işleminin komplikasyonları nelerdir ?
- İşlem sırasında uygulanabilen sakinleştirici ilaçlar nadiren kalp ritmi ve solunum hızında anormalliklere veya alerjik yan etkilere neden olabilmektedir. Bu ilaçların panzehirleri (bu ilaçların neden olduğu istenmeyen etkilere karşı ilaçlar) gereken durumlarda hızla uygulanarak müdahale edilebilmektedir.
- ERCP işleminin en sık komplikasyonları; pankreas iltihabı (pankreatit, %5-10 sıklıkta), sfinkterotomi yerinde kanama (%0.5-2) ve yemek borusu, mide, oniki parmak bağırsağı ve safra yollarında delinme (perforasyon, %0.5-1), safra yollarında iltihaplanma (kolanjit), safra kesesinde iltihaplanma (kolesistit), bakteriyemidir (damar içine mikrop kaçması). Bu komplikasyonların çoğu ek bir müdahaleye gerek kalmadan iyileşecek kadar hafif seyirlidir. Bir kısmı endoskopik müdahaleyle bir kısmı cerrahi müdahale ile iyileşir. Bu komplikasyonlara bağlı ölüm gelişebilir.
Endosonografi olarak da adlandırılan bu işlem son yıllarda giderek artan yaygınlıkta kullanılmaya başlanan önemli bir teşhis ve tedavi yöntemidir. Endosonografi cihazı, bir endoskopun ucuna entegre edilmiş ultrason probu içerir. Bu cihazla sindirim sisteminin içerisinden ultrason görüntüsü alınabilir. İnceleme değerlendirme yapılacak yere göre ağızdan veya makattan girilerek yapılır. Organları daha yakından, ayrıntılı ve net bir şekilde değerlendirme imkanı sağlar.
Endoskopik ultrasonografi (EUS) neden yapılır?
EUS, yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, pankreas ve safra kanallarındaki iyi ve kötü huylu kitleleri görüntülemek amacı ile kullanılır. Erken tümörlerin teşhis edilmesinde diğer görüntüleme metotlarına göre daha duyarlı bir tetkiktir.
Sindirim sisteminin kanalından kaynaklanan tümörlerin kanalın duvarındaki ve çevre lenf bezlerine yayılımı belirlenerek cerrahi yapılmadan ileri endoskopik metotlarla çıkartılıp çıkartılamayacağının kararının verilmesinde kullanılır.
Pankreas kistlerinin teşhis ve takibi için önemli bilgiler verir.
Safra kesesi ve safra kanallarında yerleşmiş taş ve diğer iyi ya da kötü huylu hastalıkların teşhisinde diğer görüntüleme metotlarına (Tomografi, MR) göre bazı üstünlükleri vardır.
Endoskopik ultrasonografi sadece görüntüleme amacıyla mı kullanılır?
EUS işlemi esnasında cihazın içerisinden geçirilen özel iğneler kullanılarak kitlelerden ve lenf bezlerinden örnek (biyopsi) alınabilir. Böylece kitlelerin patolojik tanısı konulmuş olur. Ayrıca kötü huylu tümörlerin, sindirim sistemi kanalındaki derinliği, damar ve lenf nodlarına yayılımı değerlendirilerek evrelemesi yapılır. Pankreas kistlerinden ve diğer kistlerden tanı ve sitolojik inceleme amacı ile sıvı örneği alınabilir.
Endoskopik ultrasonografi tedavi amaçlı kullanılır mı?
EUS, akut veya kronik pankreas iltihabı sonrası gelişen, psödokist veya WON olarak adlandırılan büyük kistlerin mide veya ince bağırsağa stent kullanılarak ağızlaştırma yoluyla boşaltılması işleminde kullanılır. EUS ile diğer tedavilere yanıtsız pankreas kanserine bağlı gelişen karın ağrısının tedavisinde sinir blokajı yapılabilir.
EUS işlemi ortalama ne kadar sürer?
Standart EUS işlemi genellikle 30-40 dakika arasında sürer. Ancak bu süre yapılan ek işlemlere (biyopsi alma, kist boşaltma vb.) bağlı olarak uzayabilir.
EUS için anestezi gerekli midir?
Hastanın konforunu artırmak ve işlem sırasında rahat bir deneyim yaşamasını sağlamak için işlemden önce anestezi verilir. Anestezi için işlem öncesi, koldaki yüzeyel bir toplardamara bir kateter (damaryolu, yumuşak kanül) yerleştirilir ve buradan damar yolu ile sakinleştirici (örn. Midazolam ve/veya propofol) ve ağrı kesici (ör. pethidin, meperidin) ilaçlar verilir. Bu ilaçlar hastayı işlemi rahat tolere edebileceği yarı uykulu bir hale getirir. Tam bir bilinç kaybı olmamakla birlikte genellikle tetkik sonrasında hasta yaşananları ayrıntılarıyla anımsamaz. Sedasyon verileceği için hastaların işleme muhakkak bir refakatçi ile birlikte gelmeleri gereklidir.
EUS işlemi için hastaneye yatmak gerekli midir?
Teşhis amaçlı EUS yapılan hastaların hastaneye yatmaları gerekli değildir. EUS ile tedavi edici girişimsel işlem (kist boşaltılması vb) yapılan hastaların hastaneye yatmaları gerekir.
Endoskopik ultrasonografi (EUS) öncesi hazırlık yapılır mı?
EUS işleminden en az 8 saat önce katı gıda ve en az 4 saat önce sıvı alımı kesilmelidir. Makattan girilerek EUS yapılacak hastaların işlem sabahı lavman kullanarak barsak temizliği yapmaları gerekir.
EUS’tan önce düzenli aldığınız ilaçlara ara vermeniz gerekli midir?
EUS yapılmadan önce kullanmakta olduğunuz tüm ilaçlar hakkında işlemi yapacak doktora bilgi vermelisiniz. Doktorunuz gerektiğinde ilaçları başlayan bölüm ile konsülte ederek kan sulandırıcı ilaçların işlemden önce kesilip kesilmeyeceğine karar verirr. Kan sulandırıcı ilacın türü, yapılacak ek işlemler ve hastanın genel sağlık durumu gibi faktörler göz önünde bulundurularak ilaçların işlemden 2-7 gün öncesinden kesilmesine veya devam edilmesine karar verilebilir.
Tansiyon ilaçları işlemden 4 saat önce az miktarda su ile alınabilir. Diyabet (Şeker) hastalarının hazırlığı kullanılan ilaçlara göre değişmekte olup, hastaların doktor tarafından detaylı bilgilendirilmeleri gereklidir.
EUS’un riskleri nelerdir?
EUS düşük riskli bir işlemdir. Endoskop sindirim sisteminde ilerletilirken nadiren kanal duvarında perforasyon (yırtık/delik) meydana gelebilir. Biyopsi alınan hastalarda kanama gelişebilir. Anesteziye bağlı alerjik reaksiyonlar ve solunum problemleri gelişebilir.
ESD (Endoskopik Submukozal Diseksiyon)
ESD işlemi nedir?
ESD işlemi minimal invaziv (cerrahi işleme kıyasla işlem ilişkili oldukça düşük oranda yan etkilerin olduğu) bir endoskopik işlemdir. Endoskop ve yardımcı ek aygıtlar kullanılarak yapılmaktadır.
ESD işlemi gastrointestinal sistemin tüm erken kanserlerini ve kanser riski taşıyan tüm lezyonlarını bu yöntem ile kalıcı bir tedaviye kavuşturmak amacıyla yapılmaktadır.
Gastrointestinal sistem sırasıyla yukarıdan aşağıya; yemek borusu (özofagus), mide, duodenum (on iki parmak bağırsağı), ince bağırsaklar, kolon (kalın bağırsak) ve rektumdan oluşmaktadır.
Ağız yoluyla endoskop ile veya rektal yolla da kolonoskop ile girilerek belirlenen lezyon güvenli sınırları ile birlikte çıkartılmaktadır. Çıkartılan lezyona ve hastanın eşlik eden hastalıklarına bağlı olmakla birlikte aynı gün içerisinde hasta ağız yoluyla beslenmeye başlanmakta ve bazen aynı günde evine gönderilebilmektedir.
ESD hangi hastalıklarda yapılmalıdır?
Özofagusun polipoid lezyonları
Özofagusun displazi veya erken kanseröz lezyonları
Barrett Özofagusu zemininde gelişen lezyonlar
Midenin polipoid lezyonları
Midenin erken kanseröz lezyonları
İnce bağırsak, kalın bağırsak ve rektumun polipleri ve erken evre kanserlerinde başarı ile uygulanmaktadır
ESD işleminde çıkartılacak lezyonun büyüklüğü maksimum ne kadar olmalıdır?
ESD işleminde çaptan bağımsız olarak işlem yapılmaktadır. Teknik anlamda 2 cm’den büyük çapta lezyonlara ESD uygulanır. ESD’de üst sınır işlemi yapacak olan endoskopistin deneyiminde bağlı olarak değişebilir. Özellikle özofagusta yapılacak ESD işlemi, özofagus mukozasını %50 ve üzerinde çevreleyen bir tutulum yapıyor ise ESD işlemi sonrası özofagusta darlık gelişmesi riski önemli bir sorundur. Bazen küçük çaptaki örneğin 3 cm çapında bir lezyon ESD’ye uygun değildir. Bazen de 15 cm çapında bir lezyon ESD için çok uygundur. Burada sınırlayıcı olan durum lezyonun çapından ziyade lezyonun karakteridir.
ESD işleminde lezyonun karakterinden kast edilen şey nedir?
ESD yapılacak olan dokunun detay değerlendirmesi ile işleme uygunluk ve uygunsuzluk yönünde yapılan incelemedir. Bunun için yüksek çözünürlüklü endoskopik sistemler kullanılarak lezyon alanının bazı özel boyalar ile boyanması ve endoskopik büyütme teknolojileri ile detaylı değerlendirilmesini içerir. Yaklaşık 135 kat büyütme sağlanarak microvascular (kılcal damarlar) ve microsurface (mikroskopik yüzey alanı) değerlendirmesi yapılır. Bu değerlendirmelerde her dokuya özgü farklı boylar ve her doku için farklı değerlendirme sınıflamaları vardır. Bu sınıflamalar ilk olarak Japanya’da uzun yıllar kullanılmış ve tüm dünyanın hizmetine sunulmuştur.
ESD öncesi bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken konular
Öncelikle tüm ESD yapılacak hastaları şu bilgileri bilmesi çok önemlidir.
ESD işlemi acil bir işlem değildir. Elektif koşullarda yani hastanın detaylı sistemik değerlendirilmesi, laboratuvar ve görüntüleme tetkiklerinin incelenmesi sonrasında yapılması gereklidir. ESD yaptırması gereken her hastanın işlem ile ilgili olarak düşünmek ve karar vermek için yeterli zamanının olduğu vurgusu tüm hastalara yapılmalıdır.
ESD işlemi ile ilgili olası risklerin detaylıca konuşulmuş olması gereklidir.
ESD yapılacak olan hastanın eşlik eden hastalıkları ve bunların doğru yönetimi oldukça önem arz eder.
ESD yapılacak organa bağlı olarak değişen ön hazırlık süreçleri her hastaya özel olarak yapılmalıdır.
ESD işlemi öncesinde, işlem süreci ve sonrasında ESD hastasının kullanmakta olduğu ilaçları ve bunların ilgili bilim dalları ile doğru yönetimi çok önemlidir.
ESD sonrası hastanın erken klinik izlemi, güvenli şeklide hastanın taburcu edilmesi ve uzun dönem takibi gereklidir.
ESD materyalinin patolojik değerlendirmesi için bu değerlendirmeyi sıklıkla yapan patologlar tarafından yapılıyor olması tanısal doğruluk ve uzun dönem takipler için çok önemlidir.
ESD ilişkili komplikasyonlar nelerdir?
Kanama: (%0-%11)
Perforasyon (delinme): (%0-%10)
Ateş: (%46-%58)
Elektrokoter sendromu: (%4-%14)
Bakteriyemi
İşlem bölgesinde darlık: (anatomik bölgelere ve işlem çevresel boyutuna göre değişkenlik gösterir)
Aspirasyon: (nadiren üst GIS’te gözlenir; yaşlı ve entübe edilmeyen ESD işlemlerinde)
Komplikasyonlar önem sırasına göre sıralanmıştır ve oranlar literatürden alınmıştır. Ancak önemli bir nokta şudur ki; komplikasyon oranları işlemi yapan merkezin deneyimine göre değişiklik göstermektedir. ESD işleminde deneyim kazanmak için uzun süreli bir eğitim gerekmektedir. Deneyim yetersizliği komplikasyon oluşumu açısından önemli bir risk faktörüdür. Yıllık işlem sayıları 50’nin altında olan merkezlerde komplikasyon riskinin yüksek olduğu bildirilmektedir. Yapılan pek çok çalışmada Japon ve Batılı endoskopistlerin ESD işlemlerine ait komplikasyon oranlarında bile anlamlı bir farklılık vardır. Avrupa ve Amerika’da ESD işlemine ait komplikasyonlar Japonya’ya göre oldukça yüksek oranlardadır.
ESD sonrası dikkat edilmesi gereken durumlar nelerdir?
İşlem sonrasında anestezi uygulanan ve solunum yolu entübasyonu yapılan hastalarda tüpe bağlı olarak boğazda yanma ve ağrı hissi olmaktadır.
Özofagus ve mide ESD işlemi yapılanlarda göğüs ve mide bölgesinde ağrılar olabilmektedir.
Karında gaz ve şişkinlik şeklinde şikayetler olabilir.
Anal kanala bitişik tümörlerin ESD işleminde anal gölgede ağrı hissi olabilmektedir.
İşlem sonu ağız yoluyla sıvı alımına alt gastrointestinal sistem ESD’sinde doktorun bilgisi dahilinde genellikle 2 saat içinde başlanabilir. Üst gastrointestinal sistem ESD’sinden sonra hastanın kliniğine göre doktorun bilgisi dahlinde hareket edilir.
İşlem esnasında ve sonrasında damar yolu ile sıvı veya antibiyotik tedavisi hastaya göre belirlenir.
Bazı hastalarımızda hiç anestezi uygulamadan da ESD işlemi yapılabilmektedir ve bu hastalarımızda işlem sonu takipler daha kısa süreli ve aynı gün evine göndermek şeklinde olabilmektedir.
Hastanın işlem öncesinde kullandığı ilaçlarına ne zaman başlanacağına doktor bilgisinde karar verilmelidir.
Hasta evine taburcu edilirken doktoru tarafından kendisinde 24 saat ulaşılabileceği iletişim bilgilerini vermiş olmalıdır.
Patoloji sonuçlarını yüz yüze hastaya detaylı olarak anlatmak ve takip süreçlerini paylaşmak gereklidir.
SAFRA TAŞI HASTALIĞI ve SONUÇLARI
Safra kesesi karaciğerin altına yerleşik, karaciğerin ürettiği safrayı depolayan ve yemek yenildiğinde gıdaların sindirimi amacıyla kasılarak içeriğindeki safrayı barsağa boşaltan armut şeklinde bir organdır.
Safra kesesi taşı (Kolesistolitiasis, kolelitiasis) safra kesesi içinde taş olması durumunu ifade eder. Hastaların çoğunda herhangi bir şikayete yol açmaz. Bu duruma sessiz safra taşı denmektedir. Bir şikayete yol açtıysa veya komplikasyon geliştiyse safra taşı hastalığından söz edilir.
Safra taşı tipleri ve oluşma mekanizmaları nelerdir?
Safra taşları içeriğine göre 3 tipte olabilmektedir.
Kolesterol safra taşları (safrada kollesterolün aşırılığından ve/veya safra kesesinin yeterince boşalmamasından oluşur)
Pigment safra taşları
Siyah pigment taşları (safrada bilirubinin aşırılığından oluşur)
Kahverengi pigment taşları (safrada enfeksiyon varlığı ile oluşur)
Safra taşı riskini artıran faktörler nelerdir?
Kolesterol safra taşı riskini artıran faktörler
Kadın cins, ileri yaş, obezite, hızlı kilo kaybı, uzamış açlık, total parenteral nutrisyon, batı cinsi diyetle beslenme, egzersiz azlığı, gebelik, aile hikayesi olması, bazı barsak hastalıkları (Crohn Hastalığı gibi), diabetes mellitus (şeker hastalığı), insülin rezistansı, bazı ilaçlar (östrojen, progesteron, octreotide, seftriakson, klofibrat).
Siyah pigment taşı risk faktörleri
Hemolitik anemi, siroz, yaşlılık, ileal Crohn hastalığı ve ileal rezeksiyon
Kahverengi pigment taşları risk faktörleri
Parapapiller divertikül varlığı, safra yollarının kistik hastalığı ve parazitik biliyer enfeksiyonlar ile safra kesesi ameliyatla alınmış bireylerde genişlemiş safra yollarında daha sık oluşmaktadır.
Toplumda safra taşı sıklığı nedir?
Erişkin popülasyonda safra taşı sıklığı %10-15 arasındadır. Yaş ilerledikçe sıklık artar. Her yaş grubunda kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Örneğin 30 yaş erkeklerde %2-3, kadınlarda %5-6 iken bu sıklık 70 yaş erkeklerde %15’e kadınlarda %30’a çıkar.
Safra kesesi taşının doğal seyri nasıldır?
Safra kesesi taşı hastaların önemli bir kısmında herhangi bir şikayete yol açmaz (sessiz taş hastalığı). Uzun süre takip edilen hastalarda, hastaların sadece %15’inde şikayete yol açtığı gösterilmiştir.
Safra taşı semptomu nedir?
Safra taşı safra kesesi kanalını tıkamadığı sürece şikayete yol açmaz (sessiz safra taşı hastalığı). Safra kanalını tıkadığında safra akamadığı için safra kesesi içinde birikir, safra kesesi içeriğindeki safrayı boşaltmak için kasılır ve biliyer kolik denen ağrı ortaya çıkar. Safra taşının ana semptomu biliyer koliktir. Genellikle ağır ve yağlı bir yemekten sonra ani başlayan, sağ-orta üst karında olan, sırta ve omuzlara vuran, rahatsız edici, dakikalar ve saatlerce (genellikle safra taşının safra kesesine geri düşmesi ile kesilen) süren terleme, bulantı ve kusmanın eşlik ettiği bir ağrıdır. Safra kesesi iltihaplı olmadığı için nabız sayısında artış ve ateş yoktur. Sessiz safra taşlarının biliyer kolik yapma sıklığı düşükken, bir kere biliyer kolik gelişen hastada yeniden biliyer kolik olma sıklığı belirgin artar (1 yılda %50, 2 yılda %70 ve 10 yılda %90 tekrar biliyer kolik gelişir).
Safra taşları dispeptik şikayetlere yol açar mı?
Geğirme, yemek sonrası dolgunluk, erken doyma, regürjitasyon (mide içeriğinin ağıza gelmesi), karın şişkinliği, yanma, bulantı, kusma, göğüs ağrısı gibi şikayetler safra kesesi taşı semptomu değildir. Bu şikayetleri olan safra kesesi taşı hastaları ameliyat edildiklerinde (safra keseleri alındığında) bu şikayetlerin azalmadığı gösterilmiştir.
Safra taşının komplikasyonları nelerdir?
Safra kesesi kanalında tıkanan taş safra kesesine geri düşmezse safra kesesinde iltihaplanma ortaya çıkar (akut taşlı kolesistit). Bu hastalarda biliyer kolik ağrısına ateş ve nabız artışı da eklenir.
Akut taşlı kolesistit zamanında tanınmayıp yeterli tedavi edilmezse safra kesesi duvarında gangren gelişir (gangrenöz kolesistit) ve bu hastaların bazılarında kese duvarı delinir (perforasyon). Perforasyon safra kesesi etrafında abseye (perkolesistik abse) veya karın içine yayılarak karın zarı iltihabına (safra peritoniti) yol açabilir. Safra kesesi iltihabı komşu dokulara sirayet eder ve safra kesesi içindeki taşlar etraf dokulara (ince ve kalın barsak gibi) girer (kolesistoenterik fistül). Bazen barsağı tıkarlar (safra taşı ileusu). Bazı hastalarda taş safra kesesi kanalından geçerek safra kanalına düşer (koledok taşı). Bu hastalarda safra kanalı iltihaplanabilir (kolanjit). Taşı safra kanalına geçen hastaların bir grubunda ise taş pankreas kanalını da tıkayarak akut pankreatit (biliyer pankreatit) tablosuna yol açar. Mirizzi sendromu safra kesesi boynuna yerleşen büyük bir taşın safra kanalında tıkanıklığa yol açtığı özel bir durumu ifade eder. Özellikle 3 cm’den büyük safra taşları uzun yıllar sonra var oldukları hastalarda %0,01 ve %0,02 (on binde 1-2) sıklığında safra kesesi kanserine yol açtığı da bilinmektedir.
Sessiz taşı olan hastalarda bu komplikasyonların gelişme sıklığı çok düşük (yılda %0.1-0.2) iken, biliyer kolik geliştiğinde safra kesesi ameliyatla alınmamışsa %2-3’e çıkar. Komplikasyon gelişen hastada tekrar komplikasyon gelişme sıklığı daha da artar (%30/yıl).
Safra taşı nasıl teşhis edilir?
Safra taşının teşhisinde en pratik ve doğru sonucu veren teşhis yöntemi transabdominal ultrasonografidir. Hem sessiz ve komplikasyonsuz taşların teşhisinde hem de safra taşının komplikasyonlarının teşhisinde yüksek doğruluk oranlarına sahiptir. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme komplikasyonların teşhisinde değerli olmakla beraber safra taşı varlığını göstermede ultrasonografiden daha az başarılıdırlar. Safra kesesi taşı şikayetleri olan ama transabdominal ultrasonografi ile teşhis edielemeyen küçük (genellikle milimetrik) boyutlu taşlar endoskopik ultrasonografi (EUS) ile teşhis edilebilmektedir. Safra kanalına düşen taşlarda ise transabdominal ultrasonografinin başarı oranı düşüktür. Bu hastalarda en değerli 2 yöntem manyetik rezonans kolanjiopankreatografi (MRCP) ve endoskopik ultrasonografi (EUS)’dir.
Safra taşı nasıl tedavi edilir?
Sessiz safra taşlarına herhangi bir müdahale önerilmemektedir.
Semptomatik (biliyer kolik) ve komplikasyonlu (kolesistit ve sonuçları) olan hastalarda ise safra kesesinin ameliyatla alınması (genellikle laparoskopik kolesistektomi şeklinde yapılır) önerilmektedir. Safra kanalına düşen taşlarda ise endoskopik retrograt kolanjiopankreatografi (ERCP) seçkin yöntemdir.
Yandaş hastalıkları nedeniyle ameliyat olamayacak kolesistitli hastalarda geçici veya kalıcı olarak safra kesesi drenajı işlemleri gerekebilmektedir. Bu ciltten (perkütan safra kesesi drenajı) ve endoskopik olarak (endoskopik safra kesesi drenajı) yapılabilmektedir. Endoskopik olanlar ERCP (transpapiller safra kesesi drenajı) veya EUS (transmural safra kesesi drenajı) ile yapılabilmektedir.
Safra taşı ilaçla tedavi edilebilir mi?
Pür kollesterol safra taşları ağızdan alınan bazı ilaçlarla çözülebilmekte ve küçülüp kaybolabilmektedir. Fakat bu aylar – yıllar sürmektedir. Bu sürede safra taşına ait şikayetler ve komplikasyonlar da gelişebilmektedir. Bir başka problem de ilacın kesilmesi ile taşın tekrar oluşmasıdır. Bazen de ilaçlar taşa etki etmemektedir. Bu nedenlerle bu ilaçlar yaygın olarak kullanılmamakta ve sadece cerrahi yapılamayan hastalarda kullanılmaktadır.
Safra taşı hastalığı önlenebilir mi?
Yukarda anlatılan bazı risk faktörleri göz önüne alındığında risk azaltılabilir. Bunun için öneriler şöyle sıralanabilir:
-Hızlı kilo vermeme (hafta 0.5-1 kg’ı aşılmaması)
-Safra kesesinin düzenli boşalmasının sağlanması (öğün atlanmaması)
-Yemek içeriğindeki lifin artırılması (meyve, sebze, tam tahıl tüketilmesi)
-İdeal kilonun korunması ve egzersiz yapılması.
Siroz nedir?
Siroz değişik nedenlere bağlı olarak gelişen, karaciğerdeki sertliğin (fibrosis) ilerlemiş, geç evresi olup karaciğer mimarisinin bozulması ile karaciğer hücre kaybı ve karaciğer fonksiyonlarında geri dönüşümsüz kayıp ile karakterize bir hastalıktır.
Hangi hastalıklar siroza neden olabilir?
Genellikle hepatit B ve C virüsleri, alkol tüketimi, yağlı karaciğer hastalığı, karaciğerin metabolik (Hemokromatozis, Wilson) ve otoimmun hastalıkları (Otoimmun hepatit, Primer biliyer kolanjit ve Primer sklerozan kolanjit), karaciğerin büyük kan damarlarının tıkanması (Budd-Chiari) ve sağ kalp yetmezliği siroza neden olur.
Sirozun belirti ve bulguları nelerdir?
Sirozun belirti ve bulguları karaciğerdeki hasar derecesine bağlı olarak değişiklik gösterir. Yaygın belirti ve bulgular arasında halsizlik, iştahsızlık, karında ve bacaklarda şişlik, karnın sağ üst bölgesinde ağrı, kolay morarma, sarılık (cilt ve gözlerde sararma), gastrointestinal sistem kanaması bulguları (ağızdan veya makattan kan gelmesi), anemi, karaciğer ve dalakta büyüme, jinekomasti ve parmaklarda çomaklaşma sayılabilir.
Siroz tanısı nasıl konulur?
Siroz tanısı fizik muayene, kan testleri ve görüntüleme bulguları ile konulur. Bazen sirozun nedenini araştırmak amacı ile karaciğer biyopsisi yapılabilir. Laboratuvar testlerinde ALT ve AST’de artış (AST>ALT olacak şekilde), sirozun nedenine göre ALP ve GGT düzeylerinde artış, ileri evrelerde bilirubinde artış, albumin düzeylerinde azalma ve protrombin zamanında uzama görülür. Kan sayımında hemoglobin, trombosit ve lökosit düzeylerinde düşüklük görülebilir. Görüntülemede erken evrelerde karaciğer düzeyinde nodülarite, kenar düzensizliği, ileri evrelerde karaciğerde küçülme, karın içerisinde sıvı birikimi (asit), karaciğer damarlarında genişleme ve dalakta büyüme görülür.
Hastalığın seyri nasıl belirlenir?
Sirozda hastalığın seyrini (prognoz) belirlemede Child-Pugh ve MELD-sodyum skorları kullanılır. Kan testleri, görüntüleme ve fizik muayene ile hesaplanan bu skorlar hastalığın ciddiyeti, sağ kalım ve karaciğer nakli önceliği hakkında fikir verir.
Sirozun komplikasyonları nelerdir?
Sirozun ilerleyen aşamalarında karaciğerin sentez ve detoksifikasyon fonksiyonlarının azalması ve karaciğerdeki sertliğin artmasına bağlı olarak karaciğer damarlarında tansiyon artar (portal hipertansiyon) ve buna bağlı olarak bazı komplikasyonlar gelişebilir. Bunların arasında en sık olanı karın içerisinde sıvı birikimi (asit) ve bacaklarda ödem gelişmesidir. Zamanla asit infekte olabilir. Yemek borusunun alt ucu ve midedeki damar genişlemelerine (varis) bağlı olarak ağızdan ve makattan kanama gelişebilir. Böbrek ve akciğer fonksiyonlarında bozulmalar görülebilir. Nörolojik fonksiyonlarda geri dönüşümlü bozulma olabilir (ensefalopati).
Siroz karaciğer kanserine neden olur mu?
Sirozda karaciğer hücrelerinin sürekli hasar görmesi ve onarılması sürecince DNA’da mutasyonlar görülebilir. Bu mutasyonlar kanser hücrelerinin oluşmasına neden olabilir. Bu yüzden siroz hastalarının olası kanser gelişimi açısından düzenli olarak izlenmeleri gerekir. Ayrıca sirotik bir hastada karın ağrısı, kilo kaybı, asitte artış, karaciğerde hızlı büyüme ve karaciğer yetmezliği bulguları varsa kanser gelişiminden şüphelenmek gerekir.
Siroz hastaları nasıl takip edilir?
Siroz hastaları, sirozun nedenine ve komplikasyonlarına yönelik verilen tedavilerin takibi için ve olası mevcut hepatosellüler kanserin erken teşhisi için düzenli olarak izlenmelidir. İzlem ilaçların ayarlanması döneminde daha sık yapılırken, ilerleyen dönemlerde sirozun nedeni ve ciddiyetine göre takip aralığı 6 aya kadar uzatılabilir. Takiplerde kan testleri ile karaciğer fonksiyonları ve nedene yönelik verilen tedavinin etkinliği belirlenirken, görüntüleme ve kan testleri ile olası hepatosellüler kanser gelişimi değerlendirilmelidir. Yemek borusunda veya midede varis gelişimini belirlemek ve varisi bulunan hastalarda kanama riskini azaltan ilaçların başlamasını sağlamak amacı ile siroz tanısı konulduğunda ve 1-3 yıl aralıklarla endoskopi ile takip etmek gereklidir.
Siroz hastaları nasıl tedavi edilmelidir?
Öncelikli olarak her siroz hastası için geçerli olan bazı genel öneriler mevcuttur. Erken evre sirozu olan fazla kilolu hastalara zayıflamaları önerilir. Öte yandan ileri dönem sirozlarda yeterli nutrisyon sağlanması büyük önem taşır. Sirozlu hastalarda protein kısıtlaması yapılmamalıdır. Alkol kesilmeli ve sigara bırakılmalıdır. Kahvenin değişik karaciğer hastalıklarında sertliği gerilettiği ve hepatosellüler kanser riskini azalttığı gözlenmiştir. Tüketimini kısıtlayan başka bir hastalık yoksa günde 2 fincan ve üzeri tüketilmesi önerilebilir. Siroz hastalarına mümkün olan en erken aşamada hepatit A, B, influenza ve pnömokok aşısı yapılmalıdır. Hastalar başka ilaçlar kullanacak ise ilaç etkileşimlerine ve doz ayarlanmasına dikkat edilmelidir. Gereksiz ilaç kullanımından kaçınılmalıdır.
Sirozun tedavisindeki diğer aşama altta yatan hastalığın tedavisidir. Tedaviye erken aşamada başlanması ve en uygun tedavinin verilmesi sirozun ilerleme hızını yavaşlatır. Hepatit B ve C için antiviral tedaviler, otoimmun hepatit için steroid ve immunsupresif tedaviler, primer biliyer kolanjit için ursodeoksikolik asit ve bazı olgularda diğer tedaviler, Wilson hastalığı için bakır şelatörleri, Budd-Chiari sendromu için angioplasti, stent ve TIPS gibi tedaviler verilir.
Diğer bir aşamada sirozun komplikasyonlarına yönelik tedavidir. Bu aşamada hastanın tuz alımı gözden geçirilir ve gerekli hastalarda kısıtlanır. Varislerin kanama riskini azaltan ilaçlar başlanır. Asit gelişen hastalarda idrar söktürücü ilaçlar başlanarak dozları hastanın kilo kaybına ve kan testlerine göre ayarlanır. Bazı hastalarda hastane yatışı ile albumin takviyesi ve asit boşaltıcı işlemler yapılabilir. Siroza bağlı bilinç durumunda değişiklik (ensefalopati) olan hastalarda sebep olan durumun tedavisinin yanı sıra amonyak düşürücü tedaviler (laktuloz, rifaximin) başlanır.
Siroz hastalarında karaciğer nakli gerekebilir mi?
Karaciğer nakli genellikle sirozun ileri aşamalarında karaciğer fonksiyonlarının giderek kötüleşmesi ve komplikasyonların (kanama, asit, ensefalopati, uygun kanser olguları) kontrol altına alınamaması durumlarında gerekir. Nakil kararı içerisinde karaciğer hastalıkları uzmanı (hepatolog) ve nakil cerrahının bulunduğu multidisipliner bir ekibin yapacağı bir değerlendirme sonrası alınır.
Alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı nedir?
Alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı (NAFLD), anlamlı miktarda alkol kullanımı olmaksızın (kadında günlük 20 gr, erkekte 30 gram) karaciğerde görüntüleme veya biyopsi ile gösterilen anormal yağ birikimi ile karakterize bir karaciğer hastalığıdır. Dünya genelinde obesite ve Tip 2 diyabet hastalıklarının sıklığındaki artışa bağlı olarak alkol dışı yağlı karaciğer hastalığının sıklığı giderek artmaktadır. Batı toplumlarındaki sıklığı %20 ile %30 arasındadır. Ülkemizde her üç kişiden birinde alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı olduğu tahmin edilmektedir.
Alkol dışı yağlı karaciğer hastalığının önemi nedir?
Obesite, diyabet, dislipidemi, insülin direnci ve metabolik sendrom alkol dışı yağlı karaciğer hastalığının gelişimi ile ilgilidir. Hipertansiyonu olanların üçte birinde, hiperlipidemisi olanların yarısında, diyabeti olanların üçte ikisine varan kısmında ve obesitesi olanların dörtte üçünde alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı görülebilir. Hastalık basit yağlanma şeklinde başlayıp steatohepatit, fibrozis, siroz ve hepatosellüler kansere ilerleyebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer hastalarının sağ kalım süresi genel popülasyona göre daha kısadır. Bu hastalardaki en sık ölüm nedeni kardiyovasküler hastalıklardır. Bunu karaciğer dışı kanserler ve karaciğer hastalıkları (siroz, kanser gibi) ilgili ölümler takip eder.
Yağlı karaciğer hastalığı nasıl teşhis edilir?
Karaciğer yağlanması en sık ultrasonografi ile teşhis edilir. Yağlanma miktarı az ise ultrasonografinin teşhis duyarlılığı düşer. Yağlanmayı en iyi gösteren tetkik MR ve MR spektroskopidir. Bunun dışında karaciğer sertliği ölçümü esnasında (CAP) teşhis edilebilir. Gerek duyulan hastalarda karaciğerden biyopsi alınarak yağlanma araştırılabilir.
Alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı ilerleyici bir hastalık mıdır?
Hastalık basit yağlanma şeklinde başlayıp steatohepatit (NASH), fibrozis, siroz ve hepatosellüler kansere ilerleyebilir. Yağlı karaciğer olgularının dörtte biri NASH denilen yağlı karaciğere iltihabın eşlik ettiği hastalığa ve NASH hastalarının dörtte biri zaman içerisinde siroza ilerleyebilir. Yağlı karaciğer hastalığında karaciğer ve karaciğer dışı komplikasyonların gelişmesinde esas belirleyici olan karaciğerdeki sertleşme (fibrosis) düzeyi ve bunun ilerleme hızıdır. Yağlı karaciğer hastalığında fibrosis genel olarak 14 yılda bir evre ilerlerken, NASH hastasında 7 yılda bir evre ilerler. Hastaların beşte birinde ilerleme daha hızlı olabilir.
Yağlı karaciğer hastaları değerlendirilirken nelere dikkat edilmelidir?
Yağlı karaciğer hastalarını değerlendirilirken hastaların metabolik hastalıkları (hipertansiyon, diyabet, obesite, hiperlipidemi, hiperürisemi) belirlenir. Yağlanma yapabilen diğer karaciğer hastalıkları gözden geçirilir. Karaciğer testleri değerlendirilir. Basit yağlanma ile iltihaplanmanın eşlik ettiği NASH’ın ayırımı önemlidir. Karaciğer testlerinin normal olması basit yağlanma olduğu anlamına gelmez. Hastalığın daha ilerlemiş bir formu olan NASH’lı hastaların %60 kadarında kalıcı ve aralıklı olarak enzim normal olabilir. Basit yağlanma ile NASH ayırımı karaciğer biyopsisi ile yapılabilir. Karaciğerde sertleşme (fibrosis) olup olmadığını değerlendirmek için kan testlerine dayanan hesaplamalardan (FIB-4 ve NAFLD fibrosis skoru) ve gerek duyulursa sertlik ölçen özel ultrasonografik veya MR değerlendirmelerinden (elastografi) faydalanılır.
Alkol dışı yağlı karaciğer hastalığı nasıl tedavi edilir?
Önce kan testlerine dayalı skorlar ve gerektiğinde özel radyolojik ölçümler ile alkol dışı yağlı karaciğer hastalığının evresi belirlenir. Hipertansiyon, hiperlipidemi ve diyabet optimal bir şekilde tedavi edilir. Yağlı karaciğer hastalığında tedavinin temelini diyet ve egzersiz oluşturur. Hastanın kliniğine göre %5’den %10 ve üzerine kadar değişen miktarlarda kilo kaybı önerilir. Haftada en az 150 dakika aerobik egzersiz önerilir. Rafine karbohidrattan fakir diyet önerilir. Enerji içeriği yüksek yiyecek, işlenmiş et, paketli gıdalar ve tatlandırılmış içeceklerden kaçınılmalıdır. Fruktoz içeren gıdaların uygun miktarda alınması gereklidir. Seçilmiş hasta gruplarında insülin duyarlılığını arttıran ilaçlar veya vitamin tedavileri verilebilir.
KOLON (KALIN BARSAK) POLİPLERİ
Kolorektal polip ne demektir?
Kolon polibi kolon ve rektumun iç kısmını döşeyen hücrelerin anormal olarak büyümesi şeklinde tarif edilebilir. Çoğu zararsız olmasına rağmen, bazıları kolon kanserine dönüşebilmektedir. Bu tümör öncüsü poliplerin tespit edilip çıkartılması ile kolon kanserinin önlenebiliyor olması, kolon poliplerinin en önemli özelliğidir.
Her polip aynı kanser riskini mi taşır?
Kolon polipleri incelendiğinde hücre yapısına göre çeşitli tipleri vardır ve bu tiplerin kanser geliştirme potansiyelleri farklıdır. Kolon polipleri bu anlamda temel olarak 2 grupta incelenir: Tümör öncüsü (neoplastik) polipler ve tümör öncüsü olmayan (non-neoplastik) polipler.
a. Tümör öncüsü polipler
1.) Adenom
Özellikle 1 cm’den büyük, villöz yapıda olan, aynı anda 3’ten fazla olan ve yüksek dereceli displazisi olan adenomlarda kanser daha fazla gelişmektedir. Küçük tübüler veya tübülovillöz adenomlarda risk olmakla beraber daha azdır.
2.) Sessile serrated adenom
b. Tümör öncüsü olmayan polipler
1.)Hiperplastik polip, hamartomatöz ve inflamatuvar polip
Bu tümörler genellikle malign değildirler.
Kolon poliplerinin sebepleri nelerdir? Kimlerde daha fazla rastlanır?
Normal, sağlıklı kolon hücreleri belirli bir düzen içerisinde bölünür ve çoğalırlar. Bazı genetik değişikliklerin varlığında gerekmediği halde anormal şekilde çoğalırlar ve polip oluştururlar. Genetik değişikliklerin yanında ileri yaş (her yaşta görülebilmesine rağmen 45-50 yaşından sonra sıklığı artar), şişmanlık, alkol ve sigara alışkanlığı riski artırmaktadır. Ailesinde kolon polibi olan bireylerde de polip olma riski olmayan bireylere göre fazladır (bu nedenle ailesinde kolon polibi olan bireylerin kolonoskopi ile incelenmesi önerilmektedir). Herhangi bir genetik sendrom olmadan ortaya çıkan bu poliplere ‘sporadik polip’ adı verilir.
Bir de herediter polipozis sendromları vardır ki genetik bozukluklardan kaynaklanırlar ve çeşitli derecelerde kolon kanseri riskini artırırlar. Bu hastalarda kalın barsak dışındaki organlarda da tümörler dahil çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Herediter polipozis sendromları polip çeşidine göre 2 ana gruba ayrılır.
a.)Adenomatöz polipozis sendromları
FAP (Familyal adenomatöz polipozis)
AFAP (attenue familyal adenomatöz polipozis)
Gardner sendromu
Turcot sendromu
Lynch sendromu
Muir-Torre sendromu
MutYH-associated polipozis
b.) Hamartomatöz polipozis sendromları
Peutz-Jegherz sendromu (PJS)
Tuberous sclerosis
Juvenil polipozis sendromu
Cowden hastalığı
Cronkhite-Canada Sendromu
Kolon polipleri hangi şikayetlere sebep olur?
-Kolon poliplerinin çoğunda hastanın hiçbir şikayeti yoktur. Kolonoskopla bakılmadan (kolonoskopi) teşhis edilemez. Bununla beraber bazı poliplerde aşağıdaki şikayetler ortaya çıkabilir. Bunlar özellikle büyük poliplerdir.
-Dışkılama alışkanlığında değişkenlik (ishal, kabızlık, sıklığında-kıvamında değişiklik gibi)
-Kanlı veya müküslü (‘sümük’ görünümlü) dışkılama
-Kansızlık (demir eksikliği anemisine bağlı)
-Karın ağrısı
Kolon poliplerinin tedavisi nasıldır?
Özellikle ‘sporadik’ olan kolon polipleri ve bazı ‘herediter’ kolon polipleri endoskopik olarak ‘kolonoskopik polipeketomi’ denilen işlemle çıkartılabilmektedir.
Bazı herediter kolon polibi sendromlarında bağırsağın ameliyatla alınması gerekebilir.
Kolon polibi gelişmesi önlenebilir mi?
Sağlıklı yaşam alışkanlıkları edinmek önemlidir. Sebze, meyve tüketmek, kilo almamak, alkol ve sigara tüketmemek gibi…
İster sporadik olsun, ister herediter olsun ailede kolon polibi (veya kolorektal kanser) varsa bireylerin taranması, poliplerin saptanması ve kolorektal kanser gelişmeden çıkartılması bakımından çok önemlidir.
Pankreas kistleri
Pankreas kistleri nedir? Klinik önemi nedir?
Pankreas kistleri, pankreas dokusunda veya çevre dokuda kist adı verilen içi sıvı dolu boşlukların varlığını ifade eder. Görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler ile son yıllarda giderek artan sıklıkta tespit edilmektedirler. Klinik önemleri bazı kistlerin (müsinöz kistler, intraduktal papiller müsinöz tümörler, solid psödopapiller tümör gibi) kanser riski taşımalarından ve iltihaplanma, çevre dokulara baskı yaparak şikayetlere neden olmalarından gelir.
Pankreas kistleri hangi şikayetlere neden olabilir?
Pankreas kistleri çoğu zaman belirgin bir şikayete neden olmaz ve başka bir nedenle yapılan görüntülemeler esnasında rastlantısal tespit edilir. Büyük kistler mide veya oniki parmak bağırsağına basıp daraltarak karın ağrısı, bulantı ve kusma yapabilir. Kistler safra kanalına basıp, safra akışını bozarak sarılığa neden olabilir. Kistin enfekte olması durumunda karın ağrısı, ateş, iştahsızlık ve kilo kaybı görülebilir. Bazı kistler pankreasın iltihaplanmasına (pankreatit) neden olabilir.
Pankreas kistlerinin hangi tipleri vardır?
Pankreas kistlerinin tipi, tedavi ve takip sürecini belirlemede büyük önem arz eder. Yaygın kist tipleri arasında psödokistler, walled-off necrosis (WON), intraduktal müsinöz papiller tümör, müsinöz kistadenomalar, seröz kistadenomlar, solid psödopapiller neoplaziler bulunur. Bunların dışında nöroendokrin tümörler ve pankreas kanserleri de kist şeklinde görülebilir.
Pankreas kistlerinin ayırıcı tanısı nasıl yapılır?
Pankreas kistlerinin ayırıcı tanısı kistin tedavi metodunu ve takip aralığını belirlemek için çok önemlidir. Ayırıcı tanı hastanın yaşı, cinsiyeti, kistin yerleşimi radyolojik özellikleri ve gerek duyulan olgularda kist sıvısının analizin sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi ile yapılır.
Psödokist ve WON adı verilen epitel içermeyen kistlerde hastalarda akut veya kronik pankreatit anamnezi bulunur. Bu kistler akut pankreatit atağı esnasında pankreas ve etrafında gelişen sıvı birikimlerinin gerilemeyip 3-4 hafta sonra duvarlanması sonucunda gelişirler.
İntraduktal papiller müsinöz tümörler (IPMN), pankreasın ana kanalından, yan kanallarından veya her ikisinden birden köken alan mukus üreten kistik tümörlerdir. Pankreasın en sık kistik kitleleridir. Genellikle 60-70’li yaşlarda, kadın ve erkeklerde eşit sıklıkta görülür. Pankreasın her yerinde görülebilirler. Sıklıkla birden çok kist bulunur. Görüntülemelerde (MRCP ve EUS) kistin pankreas kanalı ile ilişkisinin tespit edilmesi ayırıcı tanıda yol göstericidir. Hastaların çoğunda şikayet yoktur. Bazı hastalarda karın ağrısı, bulantı, kusma, sırt ağrısı, kilo kaybı, safra kanalına bası sonucunda sarılık ve diyabet görülebilir. Pankreatit ataklarına sebep olabilirler.
Müsinöz kistik neoplaziler, 40-50’li yaşlarda ve çoğunlukla kadınlarda görülür. Sıklıkla pankreasın gövde ve kuyruk kesiminde yerleşirler. Kistin kapsülü bulunur ve nadiren duvarında kalsifikasyon görülebilir. Kist ile pankreas kanalı arasında ilişki görülmez. Hastaların yarısında şikayet yoktur. Bazı hastalarda karın ağrısı, bulantı, kusma, sırt ağrısı, kilo kaybı, safra kanalına bası sonucunda sarılık görülebilir.
Seröz kistadenomalar, 60-70’li yaşlarda ve çoğunlukla kadınlarda görülür. Görüntülemelerde en sık küçük kistlerin bir araya gelmesi ile bal peteğine benzer bir şekilde görülürler. Olguların üçte birinde kistin merkezinde kalsifikasyon görülebilir. Kist ile pankreas kanalı arasında ilişki görülmez. Hastaların yarısında şikayet yoktur. Büyük kistlerde basıya bağlı şikayetler (karın ağrısı, bulantı, kusma, kilo kaybı ve sarılık) görülebilir.
Solid psödopapiller neoplaziler, çoğunlukla kadınlarda ve en sık 30’lu yaşlarda görülür. Pankreasın kistik kitlelerinin %5’ini oluşturur. Hastaların çoğunda şikayet yoktur ve rastlantısal tespit edilir. En sık şikayet karın ağrısıdır. Diğer şikayetler karında kitle, kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık, sarılık, ateş, bulantı ve kusmadır. Pankreasın kuyruğunda daha sık görülürler. Görüntülemelerde etrafında solid alanlar ve merkezinde kistik alanlar (nekroz ve hemorajiye bağlı) içeren kapsüllü büyük, heterojen vasıfta kistik kitle olarak görülür. Kistin çevresinde veya merkezinde kalsifikasyonlar görülebilir.
Pankreas kistlerinin ayırıcı tanısında kist sıvısı analizi gerekli midir? Nasıl yapılır?
Tedavi kararını değiştirecek hastalarda (kistin tipini veya kanser riskini belirleyerek) pankreas kistlerinden biyokimyasal ve sitolojik inceleme için örnek alınır. Kist sıvısından örnek alma işlemi endosonografi (EUS) işlemi esnasından cihazın içerisinden geçirilen özel iğneler ile gerçekleştirilir. Alınan sıvıda ayırıcı tanı içim amilaz, CEA ve glukoz düzeyleri çalışılır. Müsinöz kistlerin ayırıcı tanısı için string işaretine bakılır. Ayrıca sitolojik inceleme yapılır. CEA düzeyinin yüksek olması (>192) müsinöz kistlere ve İPMN’ye işaret eder. Fakat bu değerin duyarlılığı %60 ve özgüllüğü %90’dır. Kist sıvısından amilaz düzeyinin 250’nin altında olması psödokist tanısından uzaklaştırır.
Pankreas kistleri kanser riski taşır mı?
Psödokistler, WON ve seröz kist adenomalar kanser riski taşımazken IPMN, müsinöz kistler ve solid psödopapiller tümörlerde kanser gelişebilir. Kanser riskini ön gören bazı faktörler mevcuttur. IPMN’lerde ana pankreas kanalı tutulumu, kist içerisinde kontrastlanan solid komponent varlığı (mural nodül), kistin 3 cm’den büyük olması, kalın kist duvarı, lenfadenopati varlığı, semptomlar (sarılık gibi), Ca 19-9 düzeyinin yüksekliği ve takipte kist boyutlarında artış kanser riski ile ilişkilidir. Müsinöz kistlerde 4 cm’den büyük boyut ve mural nodül varlığı kanser riskine işaret eder. Solid psödopapiller neoplazilerin %10-15’inde agresif tümör davranışı görülebilir. Seröz kistadenomalarda kanser gelişmez.
Pankreas kistlerinin tanısında EUS’un yeri nedir?
EUS pankreas kistinin boyutunu belirlemede, pankreatik kanalla ilişkisini tespit etmede, pankreas kanalının çapını ölçmede, duvar kalınlığını ve yapısını görüntülemede, mural nodül, septasyon ve kalsifikasyon varlığını araştırmada kullanılır. Böylece pankreas kistinin ayırıcı tanısında ve kanser için endişelendiren bulguların tespitinde değerli bilgiler verir. Diğer görüntüleme tetkikleri ile tespit edilemeyen küçük pankreas kistlerini ve kanserlerini gösterebilir. Kistlerin damar ve çevre organlar (mide, bağırsak, safra kanalı) ile olan ilişkisini gösterir ve tedaviyi yönlendirir. EUS ile kist sıvısından biyokimyasal ve sitolojik inceleme için örnek alınabilir. Psödokist ve WON’larda EUS işlemi esnasında kist içerisine stentler konularak mide ve ince bağırsak ile ağızlaştırılır ve boşaltılır (kistogastrostomi ve kistoduodenostomi). Kistlerin boyutunun ve morfolojisinin takibinde kullanılır.
Pankreas kistleri nasıl tedavi edilir?
Karın ağrısı, bulantı, kusma, ateş, kilo kaybı gibi şikayetlere neden olan psödokist ve WON gibi kistik lezyonlar uygun vakalarda endoskopik yolla mide veya ince bağırsağa ağızlaştırılarak tedavi edilir. Uygun olmayan vakalarda radyolojik veya cerrahi girişimler düşünülebilir.
İPMN’lerde kanser açısından yüksek riskli bulgular varsa (sarılık, ana pankreas kanalının çapı 10 mm ve üzerinde ise, 5 mm ve daha büyük mural nodül varlığı ve şüpheli sitolojik inceleme varlığı) cerrahi önerilir. Yüksek risk bulguları olmayan hastalarda cerrahi kararı alınırken kistin boyutu, ana pankreas kanalı tutulumu, mural nodül varlığı, ana pankreas kanalının çapı, takip esnasında kist boyutundaki değişiklikler ve hastanın eşlik eden hastalıkları göz önünde bulundurulur.
Müsinöz kistlerde şikayete neden olanlar, 4 cm’den büyükler ve mural nodül içerenlerde ameliyat önerilir. Diğer hastalarda bireysel karar verilir. Semptoma neden olmayan seröz kistlerde tanıdan emin olmak şartıyla ameliyat önerilmez. Solid psödopapiller tümörlerde bütün hastalarda cerrahi önerilir.
Ameliyat olmayan pankreas kistleri nasıl takip edilir?
İlk değerlendirmede ameliyat gerekliliği olmayan IPMN’ler ve müsinöz kistler ilk olarak 6 ay sonra değerlendirilir. Kistin boyutuna göre takip aralığı 3-6 ay ile 1 yıl arasında değişebilir. Takipler MR ve gerektiğinde EUS ile yapılır.
Ameliyat olduktan sonra kistlerde görüntüleme ile takip gerekir mi?
Kist ameliyat edildi ve kanser yok ise sadece IPMN ve solid psödopapiller tümörlerde ameliyat sonrası takip gerekir. IPMN’ler multifokal olabilir. Takipte yeni IPMN gelişebilir veya IPMN harici pankreas kanseri gelişebilir. Risk ameliyat edilen kistteki displazi derecesi ile ilişkilidir.
Akut pankreatit nedir? Nasıl gelişir?
Akut pankreatit, pankreas bezinin ani gelişen iltihaplanmasıdır. Gastroenteroloji kliniklerindeki en sık yatış nedenidir. Normalde ince bağırsağa ulaştıktan sonra aktive olan pankreasın sindirim enzimlerinin henüz pankreas dokusunda iken erken aktive olmalarına bağlı gelişir. Aktive olan bu enzimler pankreasta ve pankreas çevresindeki alanda otosindirime neden olur. Pankreas dokusunun kanlanmasında azalma, damar geçirgenliğinde artış ve şişlik gelişir. Kişinin immun sisteminin bu değişikliklere verdiği yanıta bağlı olarak salınan inflamatuvar maddeler hastalığın şiddetini arttırır. Şiddetli pankreas hasarında sistemik dolaşıma geçen aktive pankreas enzimleri ve sitokinlere bağlı olarak organ yetmezlikleri (böbrek yetmezliği, solunum ve dolaşım yetmezliği gibi) gelişebilir.
Akut pankreatit hangi şikayetlere neden olur?
Akut pankreatitli hastaların çoğunda ani başlangıçlı, genellikle 10-20 dakika içerisinde maksimum şiddete ulaşan ve saatler-günlerce sebat eden şiddetli, karın üst orta kısmında ağrı görülür. Ağrı hastaların yarısında kuşak tarzında yayılarak sırta vurabilir. Kolik tarzında ve karın alt kadranlarda ağrı alternatif tanıyı düşündürür. Ağrı ile birlikte bulantı, kusma görülebilir.
Pankreastaki iltihaplanmaya bağlı olarak barsak hareketlenmesinde azalma ve bunun neticesinde karında şişkinlik gelişebilir. Safra taşına bağlı gelişen akut pankreatitte taşın safra kanalına geçmesi ve safra akışını engellemesine bağlı olarak veya pankreasın baş kesimindeki iltihaplanmanın safra kanalını daraltmasına bağlı olarak gözlerde ve vücutta sarılık, idrar renginde koyulaşma görülebilir.
Pankreastan salınan kimyasal maddelere bağlı olarak atağın ilk 1-3 gününde ateş yükselebilir. Nabızda hızlanma ve kan basıncında düşüklük görülebilir. Şiddetli olgularda nefes darlığı görülebilir.
Akut pankreatitte kanda ve görüntülemelerde hangi değişiklikler görülür?
Akut pankreatitte amilaz ve lipaz adı verilen pankreas enzimlerinin kandaki düzeyleri yükselir. Bu yükseklikler hafif şiddetli olgularda 2 haftaya kadar devam edebilir. Amilaz ve lipazdaki üç katın üzerindeki yükseklikler akut pankreatit tanısı için daha anlamlıdır. Öte yandan bazı akut pankreatit olgularında (alkol, hipertrgliseridemi, kronik pankreatitin akut hecmesi gibi nedenlere bağlı) kanda amilaz ve lipaz düzeyleri yükselmeyebilir.
Kanda iltihaplanma ve üçüncü aralığa sıvı kaçışına bağlı olarak lökosit sayısında, hematokrit ve kan üre düzeylerinde artış görülebilir. Kalsiyum düzeylerinde düşme ve kan şekerinde değişiklikler görülebilir. Hastalığın erken safhalarında immun sistemin aktivasyonuna ve geç safhalarında enfeksiyona bağlı olarak CRP düzeyleri yükselebilir.
Safra taşına bağlı pankreatitlerde karaciğer testleri yükselir. Hipertrigliseridemiye bağlı akut pankreatitte kanda trigliserid düzeyleri yüksek (>500 mg/dl) bulunur. Hiperkalsemiye bağlı pankreatitte kanda kalsiyum düzeyleri yüksek bulunur.
Akut pankreatitli hastalarda ilk yapılması gereken görüntüleme ultrasonografidir. Ultrasonografide pankreasta genişleme görülür. Safra kesesinde veya safra kanalında taş (lar) görülebilir. Bazı hastalarda pankreas parankiminde veya kanalında taş görülebilir. Pankreas etrafında sıvı birikimi görülebilir. Bilgisayarlı tomografi veya magnetik rezonans görüntüleme kliniği düzelmeyen hastalarda, takip esnasında pankreasta ve çevre dokularda hücre ölümü (nekroz) gelişimini ve komplikasyonları araştırmak için çekilebilir.
Akut pankreatit tanısı nasıl konur?
Akut, şiddetli, sebat eden üst karın ağrısı, serum amilaz/ lipazında 3 kattan fazla yükselme ve ultrasonografi/bilgisayarlı tomografi/magnetik rezonans görüntülmede tipik görüntüleme bulgularından ikisinin varlığı ile tanı konur.
Akut pankreatitin nedenleri nelerdir?
Akut pankreatitin en sık nedeni safra taşları ve çamurudur. Safra taşlarının keseden safra kanalına geçmesi ve ampulla adı verilen safra kanalı ile pankreas kanalının birleştiği bölgede pankreas kanalının ağzını tıkaması sonucunda gelişir. Diğer en sık nedenleri trigliserid yüksekliği, alkol tüketimi, ERCP işlemi, pankreas kanserleri, ilaç kullanımı, kronik pankreatitin akut hecmesi, otoimmun pankreatit, hiperkalsemi, pankreas divisum, ailesel pankreatit ve travmadır.
Akut pankreatitin nedenleri nasıl araştırılmalıdır?
Akut pankreatit geçiren tüm hastalarda atağın tekrarlamasını engellemek için nedenin araştırılması çok önemlidir. Araştırma için atak esnasında alınan kanda karaciğer testleri, trigliserid düzeyleri ve kalsiyum düzeyleri çalışılmalıdır. Atak esnasında abdomen USG ile safra kesesi ve safra yollarında kese taşı ve safra kanalı taşı (koledokolithiasis) araştırılmalıdır. Ultrasonografi ile net değerlendirme yapılamayan hastalarda taş ve/veya safra çamuru görüntülemesi için MR ve EUS tetkiklerinden faydalanılmalıdır. Her hastada alkol tüketimi ve son dönemde kullanılan ilaçlar gözden geçirilmelidir.
Kronik pankreatit düşünülen hastalar BT, MR/MRCP ve EUS tetkikleri ile değerlendirilmelidir. Otoimmun pankreatit düşünülen hastalarda pankreas, diğer karın içi organları, akciğer, lenf bezleri, tükrük bezleri BT, MR/MRCP ile hastalık tutulumu açısından değerlendirilmeli, inflamatuvar bağırsak hastalıkları (Ülseratif kolit, Crohn) araştırılmalı ve serumda IgG4 düzeyi çalışılmalıdır. Ailede akut pankreatit hikayesi olanlarda veya genç yaşta (<35 yaş) pankreatit geçirenlerde ailesel pankreatit akla gelmelidir. Pankreatit nedeni bulunamayan hastalarda travma hikayesi sorgulanmalıdır. Sebebi bulunamayan 40 yaşın üzerindeki akut pankreatit olgularında bilgisayarlı tomografi (BT) ile pankreas kanseri ekarte edilmelidir.
Nedeni bulunamayan ve tekrarlayan akut pankreatit atakları olan hastalarda mikrotaşlar, çamur, kronik pankreatit, pankreas kanseri, pankreas divisum gibi hastalıklar BT, MR/MRCP ve EUS ile araştırılmalıdır.
Akut pankreatit nasıl seyreder?
Akut pankreatit görüntülemelerde sıvı birikimlerinin olup olmaması ve organ yetmezliğinin varlığına göre hafif, orta ve şiddetli olarak sınıflandırılır. Hastalığın çoğu hafif seyirlidir. %15-25 olguda orta veya şiddetli pankreatit görülür. Hastaların %90-95’inde ödematöz pankreatit görülürken, %5-10 olguda morfolojik olarak nekrotizan pankreatit gelişir. Hafif şiddetli olgular günler içerisinde kendiliğinden düzelirken, orta ve şiddetli olgularda hastane yatış süresi uzar ve takipte bazı lokal ve sistemik komplikasyonlar gelişebilir. Hastane yatışından sonra 48-72 saat geçmesine rağmen klinik durumu düzelmeyen (ateş, ağrı, bulantı, oral tolere edemeyen) hastalarda lokal komplikasyonları araştırmak ve hücre ölümü (nekroz) varlığını göstermek için 72 saatten sonra kontrastlı BT çekilir.
Akut pankreatit ne gibi komplikasyonlara neden olur?
Akut pankreatitli hastaların %20’sinde bölgesel veya sistemik komplikasyonlar gelişebilir. Bölgesel komplikasyonlar pankreas etrafında sıvı birikimleri ve kendiliğinden geçmemesi halinde sıvı birikimlerinin 3-4 hafta içerisinde kist (psödokist veya WON) şeklini alması, damarsal komplikasyonlar (karın içi kan damarlarında tıkanıklıklar veya psödoanevrizma gelişmesi), karın içi organlara fistüller, mide çıkışında darlık, tıkayıcı sarılık, barsak duvarında kanlanma azalması (iskemi), pankreas kanalında kopma ve karın içi basınç artışı (kompartman) sendromudur. Sistemik komplikasyonlar organ (böbrek, solunum, dolaşım) yetmezlikleridir. Mortalite hafif pankreatitte %1’in altında iken, şiddetli pankreatitte %10-35 arasındadır.
Akut pankreatit önlenebilir mi?
Nedeni tedavi edilebilirse akut pankreatit önlenebilir. Safra taşına bağlı gelişen akut pankreatit olguları, hafif atakta hastaneden çıkmadan, orta ve şiddetli atakta ise sıvı birikimleri gerileyince kese ameliyatı (kolesistektomi) olmalıdır. Hipertrigliseridemiye bağlı akut pankreatit olgularına statin tedavisi başlanarak kan trigliserid düzeyleri kontrol altında tutulmalıdır. Alkole bağlı pankreatitte alkol kesilmelidir. Kronik pankreatite veya pankreas divisuma bağlı akut pankreatit hastaları endoskopi tedaviler (pankreas kanalında darlık ve taşların tedavisi) açısından dikkatlice değerlendirilmeli ve gerekli olgularda taş çıkartılması ve darlık dilatasyonu yapılmalıdır.
Akut pankreatit nasıl tedavi edilir?
Akut pankreatit hastaları hastaneye yatırılarak tedavi edilir. Hastanın ağızdan yeme ve içmesi durdurulur. Erken dönemde hastanın yandaş hastalıkları da göz önüne alınarak damardan sıvı tedavisi başlanır. Sıvı tedavisi hastalığın seyrini belirleme açısından çok değerlidir. Verilen sıvı miktarı kan üre azotu, hematokrit ve hastanın klinik bulguları ile sık sık gözden geçirilir. Ağrı kontrolü parasetamol, non-steroid antiinflamatuvar ilaçlar veya opioid analjezikler ile sağlanır. Pankreas dışı enfeksiyondan (safra kesesinde, idrar yollarında, akciğerde vb) veya pankreatik nekrozun enfeksiyonundan şüphe ediliyorsa antibiyotik tedavisi başlanır. Hafif pankreatitte kısa sürede yeme içmeye başlanabileceği için beslenme desteği gerekmez. Orta ve şiddetli vakalarda ağızdan beslenme tolere edilemiyorsa tercihan burundan konulan tüplerle beslenmeye başlanır. Kan şekeri yüksekliği, elektrolitlerdeki bozukluklar (kalsiyum ve magnezyum düşüklüğü) tedavi edilir. Şiddetli olgularda pıhtılaşmayı engellemek için düşük moleküler ağırlıklı heparin tedavisi başlanır. Organ yetmezliği gelişen şiddetli olgularda destek tedaviler uygulanır.
Bu genel yaklaşımların dışında nedene yönelik tedaviler de uygulanır. Trigliserid yüksekliğine bağlı akut pankreatitte heparin, insülin/glukoz tedavileri ve bazı olgularda plazmaferez yapılır. Görüntülemelerde safra kanalında taş bulunan olgularda eşlik eden enfeksiyonun varlığına göre (kolanjit) acil veya ilk 3 gün içerisinde ERCP işlemi ile kanaldaki taş çıkartılır. Safra kanalında darlık ve uzamış sarılığı olan olgularda kanala ERCP ile stent konulur.
Akut pankreatitin bölgesel komplikasyonları nasıl tedavi edilir?
Akut pankreatite bağlı gelişen psödokist ve WON adı verilen kistler, hastada karın ağrısı, kusma, ateş, kilo kaybı gibi şikayetlere neden oluyorsa görüntüleme tetkikleri ile dikkatlice değerlendirildikten sonra yerleşim yerlerine göre, öncelikli olarak mide veya ince bağırsağa endoskopik olarak (duodenoskopi veya EUS cihazları ile) stent konulmak suretiyle ağızlaştırılarak tedavi edilirler. Kistlerin tedavisindeki alternatif tedavi metodları ciltten kist içerisine dren konulma işlemi ve cerrahidir. Endoskopik yolla kist içine konulan stentler pankreas kanalının bütünlüğüne, kistin takipteki boyutuna göre en az 2 ay tutulduktan sonra çıkartılabilir. Karın içi damarlardaki tıkanıklıklarda, tıkanıklığın yaygınlığına göre heparin tedavisi başlanır. Psödoanevrizma gelişen olgularda angiografi ile damar tıkanmalıdır (embolizasyon).
Rektum kanseri
Kolon sindirim sisteminin –yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağı ve ince bağırsaklar’dan sonra gelen- kısmıdır. Anal kanaldan (makat) önceki kısmı rektum olarak adlandırılır ve tümörleri de ayrı incelenmektedir. Rektum kanseri kalın bağırsağın son kısmındaki hücrelerden kaynaklanan kanserdir. Birçok yönden ortak noktaları olmakla beraber doğal seyri ve tedavi seçenekleri açısından farklı olduğu için kolon kanserinden ayrı incelenmektedir.
Rektum kanserini artıran risk faktörleri nelerdir?
Rektum kanseri risk faktörleri kolon kanseri için olanlarla benzerdir.
- Rektum polipleri: Rektum kanseri çoğunlukla poliplerden gelişirler.
- Yaş: Rektum kanseri tipik olarak 50 yaş üzerinde görülmekle beraber herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir. Son yıllarda başlama yaşının 45 hatta 40 yaşına doğru gerilediği bildirilmektedir.
- Aile hikayesi: Rektum kanseri riskini artırmaktadır.
- Kişisel kolorektal kanser veya polip öyküsü: Kolon kanseri veya kolon polipi geçirmiş olmak rektum kanseri riskini artırır. O nedenle kolon polibi olan veya kolon kanseri nedeniyle tedavi edilen bireyler belirli aralıklarla kolonoskopi yapılarak takip edilmelidir.
- Adenomatöz polipozis sendromları: Bazı ailelerde kolorektal kanser riskini artıran bazı DNA değişiklikleri vardır. Kolon kanseri riskini artıran en yaygın kalıtsal sendromlar ailesel adenomatöz polipozis ve Lynch sendromudur. Bu konu kolon polipleri bölümünde daha ayrıntılı anlatılmıştır.
- İnflamatuvar bağırsak hastalıkları: İnflamatuvar bağırsak hastalıklarında rektum kanser riski artar. Ülseratif kolitte Crohn hastalığına göre daha fazla olmak üzere her ikisinde de artar. Hastalık başlangıcından 7 yıl sonra artmaya başlar. Eğer primer sklerozan kolanjit de mevcutsa risk daha da artmaktadır. Bu nedenle inflamatuvar bağırsak hastalığı olan bireylerin belirli aralıklarla kolon kanseri gelişimi yönünden kolonoskopi ile taranması önerilmektedir.
- Fiberden fakir, yağdan zengin gıdalarla beslenmek: Rektum kanseri kolon kanseri gibi batı tipi beslenme ile ilişkilidir. Kırmızı, özellikle işlenmiş etlerle, yağlı gıdalar ve kalorisi yüksek buna karşın fiberden fakir gıdalarla beslenmek riski artırmaktadır.
- Düzenli egzersiz yapmayan bireylerde riskin arttığı bilinmektedir.
- Diabetes mellitus (şeker hastalığı)
- Aşırı kilo ve şişmanlık
- Sigara içme alışkanlığı
- Aşırı alkol kullanma
- Başka bir nedenle karın bölgesine ışın tedavisi alma (erkeklerde prostat, kadınlarda over kanseri için verilen radyoterapi gibi)
Rektum kanserinde hastalar hangi şikayetlerle başvurmaktadır?
Kalın barsağın makattan (anüs) hemen önceki kısmında olduğu için bazı şikayetler kolon kanserinden daha sık veya daha az görülür.
- Bağırsak alışkanlığında (dışkılama alışkanlığında) değişiklik: Bu kendini daha sık dışkılama, daha seyrek dışkılama, acil dışkılama ihtiyacı, yeni başlayan ishal ya da kabızlık, barsağın tamamen boşalmamış olma hissi şeklinde gösterebilir.
- Kanlı dışkılama [çoğunlukla taze kırmızı kanama şeklindedir, hemoroid (basur) kanaması ile karıştırılır].
-Dışkı kalibresinde azalma (rektum açıklığını daraltarak dışkı kalibresini azaltır)
- Karın ağrısı
- Karında rahatsızlık hissi; kramp, şişkinlik
- Açıklanamayan kilo kaybı
Rektum kanseri önlenebilir mi ?
- Polipozis sendromları veya aile hikayesi olmayan hastalar gibi özel bir risk faktörü olmayan ortalama riski olan bireylerde 45 yaşından sonra kolon kanser taraması yapılması önerilmektedir. Bu toplum taraması kavramına girmektedir ki Türkiye’de dışkıda gizli kan bakma şeklinde uygulanmaktadır.
- Yüksek riski olan bireylerde tarama (kendisinde veya aile bireyinde kolon kanseri veya adenomu, polipozis sendromları, inflamatuvar bağırsak hastalığı gibi) özel tarama yöntemleri ve riske göre tarama başlatma yaşı ve sıklığı gibi konular için doktorunuzla görüşmelisiniz.
Yaşam tarzı değişiklikleri
.. Vitamin, mineral, fiber ve antioksidanlardan zengin olan sebze, meyve tam tahıl yeme
.. Alkol almama veya miktarını sınırlama
.. Sigarayı bırakma
..Düzenli egzersiz yapma
..İdeal kiloyu koruma
Rektum kanseri nasıl teşhis edilir ?
Rektum kanseri kolonoskopik tetkikle ve görülen tümör dokusundan biyopsi alınarak teşhis edilmektedir.
Rektum kanserinin tedavisi nasıl yapılmaktadır?
Rektum kanseri tespit edilen bir bireyde yapılacak ilk şey kanserin kalın bağırsak dokusundaki derinliğine, lenf nodları ve uzak organlara metastaz yapıp yapmadığına karar verilmesidir. Bu eyleme evreleme denmektedir ki çeşitli görüntüleme yöntemleri [ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, magnetik rezonans görüntüleme, pozitron emisyon tomografi (PET) gibi] kullanılarak yapılır. Hastalığın evresine göre ve yerleşim yerine göre cerrahi tedavi, ilaç tedavisi (kemoterapi), ışın tedavisi yöntemleri tek başına veya kombine olarak kullanılabilir. Erken evrede lenf nodu ve uzak metastazı olmayan hastalarda endoskopik submukozal disseksiyon (ESD) şeklinde endoskopik tedavi seçeneği de mevcuttur ki ülkemizde de yaygın olarak yapılmaktadır.
Kolon kanseri
Kolon sindirim sisteminin yemek borusu, mide, on iki parmak barsağı ve ince bağırsaklardan sonra gelen kısmıdır. Anal kanaldan (makat) önceki kısmı rektum olarak adlandırılır ve tümörleri de ayrı incelenmektedir (bakınız rektum kanseri). Kolon kanseri kalın bağırsağın bu ilk ve en uzun kısmındaki hücrelerden kaynaklanan kanserdir.
Kolon kanserini artıran risk faktörleri nelerdir?
- Kolon polipleri: Kolon kanseri çoğunlukla kolon poliplerinden gelişirler. Kolon polipleri çıkartıldığında kolon kanseri gelişimi önlenebildiği için kolon kanserinin çoğu aslında önlenebilir kanserler arasında yer almaktadır.
- Yaş: Kolon kanseri tipik olarak 50 yaş üzerinde görülmekle beraber herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir. Son yıllarda başlama yaşının 45 hatta 40 yaşına doğru gerilediği bildirilmektedir. 30 ve 40’lı yaşlarda, genellikle aile hikayesi olanlarda ortaya çıkar. Kolon kanserinin geliştiği poliplerin de yaşla arttığı bilinmektedir. Yapılan kolonoskopilerde 50 yaşındaki bireylerde %3-35, 60 yaşında %40-50 ve 70 yaşında %50-65 kolon polibi saptanmaktadır.
- Aile hikayesi: Ailede kolon kanseri olmayan bireylerde kolon kanseri gelişme riski 1 ise kolon kanseri gelişme riskinin ailede kolon polibi olan bireyde 2 kat, 1. derece akrabasında kolon kanseri olanlarda 2.5-3 kat, eğer tümör olan 1.derece akraba 45 yaşından küçükse 3.5 kat ve birden fazla akrabada kolon kanseri varsa 4 kat arttığı hesaplanmıştır.
- Kişisel kolorektal kanser veya polip öyküsü: Kolon kanseri veya kolon polipi geçirmiş olmak kolon kanseri riskini artırır. O nedenle kolon polibi olan veya kolon kanseri nedeniyle tedavi edilen bireyler belirli aralıklarla kolonoskopi yapılarak takip edilmelidir.
- Adenomatöz polipozis sendromları: Bazı ailelerde kolon kanseri riskini artıran bazı DNA değişiklikleri vardır. Kolon kanseri riskini artıran en yaygın kalıtsal sendromlar ailesel adenomatöz polipozis ve Lynch sendromudur. Bu konu kolon polipleri bölümünde daha ayrıntılı anlatılmıştır.
- İnflamatuvar barsak hastalıkları: İnflamatuvar barsak hastalıklarında kolon kanser riski artar. Ülseratif kolitte Crohn hastalığına göre daha fazla olmak üzere her ikisinde de artar. Hastalık başlangıcından 7 yıl sonra artmaya başlar. Eğer primer sklerozan kolanjit de mevcutsa risk daha da artmaktadır. Bu nedenle inflamatuvar barsak hastalığı olan bireylerin belirli aralıklarla kolon kanseri gelişimi yönünden kolonoskopi ile taranması önerilmektedir.
- Fiberden fakir, yağdan zengin gıdalarla beslenmek: Kolon kanseri batı tipi beslenme ile ilişkilidir. Kırmızı, özellikle işlenmiş etlerle, yağlı gıdalar ve kalorisi yüksek buna karşın fiberden fakir gıdalarla beslenmek riski artırmaktadır.
- Düzenli egzersiz yapmayan bireylerde riskin arttığı bilinmektedir.
- Diabetes mellitus (şeker hastalığı)
- Aşırı kilo ve şişmanlık
- Sigara içme alışkanlığı
- Aşırı alkol kullanma
- Başka bir nedenle karın bölgesine ışın tedavisi alma
Kolon kanserinde hastalar hangi şikayetlerle başvurmaktadır ?
Kolon kanseri hiçbir şikayete yol açmadan tarama sırasında saptanabilir buna asemptomatik kolon kanseri denmektedir. Ya da bazı şikayetlere yol açabilirler, bu şikayetler:
- Kanlı dışkılama (siyah renkli, kırmızı renkli olabilir)
- Bazı hastalarda kanama gözle görülemeyecek kadar yavaş olmakta ve kansızlıkla (anemi) ortaya çıkabilmektedir. Kansızlık nedeniyle yapılan kolonoskopide kolon kanseri bulunma senaryosu sık rastlanan bir durumdur.
- Kanamaya bağlı ortaya çıkan kansızlık (anemi) nedeniyle yorgunluk, halsizlik, nefes darlığı)
- Karında ele gelen kitle
- Karın ağrısı
- Karında rahatsızlık hissi; kramp, şişkinlik
- Bağırsak alışkanlığında (dışkılama alışkanlığında) değişiklik: Bu kendini daha sık dışkılama, daha seyrek dışkılama, acil dışkılama ihtiyacı, yeni başlayan ishal ya da kabızlık, bağırsağın tamamen boşalmamış olma hissi şeklinde gösterebilir.
- Kilo kaybı
Kolon kanseri önlenebilir mi ?
- Polipozis sendromları veya aile hikayesi olmayan hastalar gibi özel bir risk faktörü olmayan ortalama riski olan bireylerde 45 yaşından sonra kolon kanser taraması yapılması önerilmektedir. Bu toplum taraması kavramına girmektedir ki Türkiye’de dışkıda gizli kan bakma şeklinde uygulanmaktadır.
- Yüksek riski olan bireylerde tarama (kendisinde veya aile bireyinde kolon kanseri veya adenomu, polipozis sendromları, inflamatuvar barsak hastalığı gibi) özel tarama yöntemleri ve riske göre tarama başlatma yaşı ve sıklığı gibi konular için doktorunuzla görüşmelisiniz.
Yaşam tarzı değişiklikleri
.. Vitamin, mineral, fiber ve antioksidanlardan zengin olan sebze, meyve tam tahıl yeme
.. Alkol almama veya miktarını sınırlama
.. Sigarayı bırakma
..Düzenli egzersiz yapma
..İdeal kiloyu koruma
Kolon kanserinin tedavisi nasıl yapılmaktadır ?
Kolon kanseri tespit edilen bir bireyde yapılacak ilk şey kanserin kalın barsak dokusundaki derinliğine, lenf nodları ve uzak organlara metastaz yapıp yapmadığına karar verilmesidir. Bu eyleme evreleme denmektedir ki çeşitli görüntüleme yöntemleri [ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, magnetik rezonans görüntüleme, pozitron emisyon tomografi (PET) gibi] kullanılarak yapılır. Hastalığın evresine göre ve yerleşim yerine göre cerrahi tedavi, ilaç tedavisi (kemoterapi), ışın tedavisi yöntemleri tek başına veya kombine olarak kullanılabilir. Erken evrede lenf nodu ve uzak metastazı olmayan hastalarda endoskopik submukozal disseksiyon (ESD) şeklinde endoskopik tedavi seçeneği de mevcuttur ki ülkemizde de yaygın olarak yapılmaktadır.
Primer biliyer kolanjit (PBK), eski adı ile primer biliyer siroz, karaciğer içerisindeki küçük safra kanallarının ilerleyici harabiyeti sonucu safranın bağırsağa akışını bozarak, ilerleyen aşamalarda siroza neden olabilen karaciğerin en sık otoimmun hastalığıdır.
Primer biliyer kolanjitin sebepleri nelerdir?
PBK, altta yatan genetik yatkınlık ile çevresel faktörlerin birleşimi sonucunda bağışıklık sisteminin karaciğerin normal dokularına saldırması (otoimmunite) ile gelişen bir hastalıktır. Tekrarlayan idrar yolu infeksiyonları, üreme hormonu kullanımı, tırnak ve saç boyası kullanımı, toksik kimyasallara maruziyet ve sigara içme hastalığın gelişimi için risk faktörleridir. PBK, en sık orta yaşlı kadınlarda görülür. Hastaların %95’i kadındır. Ailesinde PBK olanlarda normal popülasyona göre 10-35 kat daha sık görülür.
Primer biliyer kolanjit hangi şikayet ve bulgulara neden olur?
PBK hastalarının yarısında tanı anında şikayet görülmez. Karaciğer testlerinde yükselme nedeni ile araştırma yapılırken tanı konulur. PBK hastalarının en sık şikayetleri halsizlik ve kaşıntıdır. Diğer şikayetler arasında ağızda ve gözlerde kuruluk, karında sağ üst bölgede ağrı ve huzursuzluk, depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları, kemik ağrıları ve ileri olgularda sarılık sayılabilir. Karaciğer ve dalakta büyüme görülebilir. Safra yollarındaki harabiyet kolesterol metabolizmasını bozarak hastalarda ksantom ve ksantelazma adı verilen cilt yüzeyinin altında ve göz kapaklarının çevresinde sarı yağ birikimlerine neden olabilir. Deride melanin birikimine bağlı pigmentasyon artışı görülebilir. Liken planus, vitiligo ve psöriazis gibi cilt hastalıkları eşlik edebilir. İlerlemiş PBK’de kemik erimesi gelişebilir. PBK’ye Sjögren sendromu, tiroid hastalıkları, artritler, Celiac hastalığı, sklerodermanın yanı sıra pulmoner fibrozis gibi akciğer hastalıkları eşlik edebilir.
Primer biliyer kolanjitte laboratuvar testlerinde hangi bozukluklar görülür?
PBK’nin en sık bulgusu kanda ALP ve GGT düzeylerinde artıştır. ALT ve AST düzeylerinde hafif artış ve IgM düzeylerinde artış sıklıkla görülebilir. Bilirubin düzeylerinde artış, albumin düzeylerinde düşüklük, trombosit düzeylerinde düşüklük ve INR düzeylerinde yükselme siroz ve portal venöz damar sisteminde basınç artışına işaret eder. Hastaların %95’nde kanda antimitokondrial antikor (AMA) pozitifliği görülür. AMA negatif hastaların yarısında kanda PBK’ye özgül antinükleer antikorlar (anti sp-100 ve gp-210) tespit edilebilir.
Primer biliyer kolanjitin tanısı nasıl konulur?
PBK tanısı ALP veya GGT yüksekliği, AMA veya AMA-M2 antikor pozitifliği ve uyumlu karaciğer biyopsi sonuçlarının ikisinin birlikteliği ile konulur. Teşhis koymak için her hastada karaciğer biyopsisi yapılmak zorunda değildir. Karaciğer biyopsisi genellikle antikorların pozitifleşmediği veya ALP’nin yeterince yükselmediği olgularda veya karaciğerin diğer otoimmun hastalıklarının (otoimmun hepatit, primer sklerozan kolanjit), alkol dışı yağlı karaciğer hastalığının eşlik ettiğinden şüphe duyulursa yapılır.
Halsizlik ve kaşıntı yakınması olup kanda ALP yüksekliği bulunan hastalarda öncelikle ultrasonografi yapılarak safra yolunun taş, kitle gibi tıkayıcı hastalıkları ekarte edildikten sonra kanda AMA ve ANA düzeyi çalışılarak PBK tanısı konulur. AMA ve ANA negatif bulunur ise ALP yüksekliği yapan diğer hastalıklar (ilaca bağlı karaciğer hastalıkları, sarkoidoz ve amiloidoz gibi infiltratif hastalıklar, karaciğerin depo hastalıkları, PSC, BRIC vb) araştırılır.
Primer biliyer kolanjitin tanısında görüntülemenin yeri var mıdır?
PBK tanısı laboratuvar testleri ve gerekli olgularda karaciğer biyopsisi ile konulur. Görüntüleme diğer biliyer ve infiltratif hastalıkları ekarte etmek için kullanılır. Tanı anında bütün hastalarda ultrasonografi yapılmalıdır. Ayırıcı tanıda PSC düşünülen hastalarda MRCP çekilmelidir. PBK hastalarında görüntülemelerde periportal bölgede çoğunlukla reaktif ve iltihaba bağlı olarak büyümüş lenf bezleri görülür. Safra kesesinde taşlar görülebilir ve çoğu sessiz seyreder.
Primer biliyer kolanjit hastalığı nasıl seyreder?
Tedavi edilemez ise PBK hastalarının önemli bir kısmında 10 yıl içerisinde karaciğer yetmezliği gelişebilir. Hastaların üçte birine varan kısmında karaciğer hasarı hızlı ilerleyebilir. Genç yaşta tanı alanlarda (<45 yaş), erkeklerde, bazı antikorların pozitifliğinde, tanı anında ileri evredeki hastalarda ve UDCA tedavisine yanıtsız hastalarda hastalık kötü seyreder. Tedavi sonrası klinik seyri öngörmek için GLOBE ve UK-PBC skorları hesaplanır.
Primer biliyer kolanjit nasıl tedavi edilir?
PBK’de karaciğer için verilen esas tedavi ursodeoksikolik asit (UDCA) tedavisidir. UDCA, karaciğer testlerinde düzelme sağlar. Siroz gelişimini yavaşlatır. Kiloya 13-15 mg dozundan verilir. Ömür boyu kullanılır. Takipte dozunda azaltma yapılmaz. Kilo alımı, saç dökülmesi, ishal gibi yan etkileri görülebilir. Tedavi ile bir yıl sonunda ALP ve AST düzeylerinin normalin 1.5 katından daha fazla yüksek kalmaması ve bilirubinin 1 mg/dl’nin altında olması hedeflenir. UDCA hastalığın erken dönemlerinde başlanır ise daha etkindir. UDCA’ya yanıtsız hastalarda (laboratuvar ve karaciğer sertlik ölçümlerine göre) obetikolik asit ve fibrat tedavilerinin eklenmesi gündeme gelir.
Kaşıntı için öncelikle dermatolojik muayene yapılmalıdır. Cilt kuruluğu için nemlendiriciler kullanılabilir. Sıcak banyo kaşıntıyı arttırabilir. Kaşıntının karaciğerden kaynaklandığına karar verilirse kolestiramin, rifampisin veya fibrat tedavileri verilebilir. Dirençli vakalarda plazmaferez, safrayı vücut dışına alan tedaviler ve karaciğer nakli gündeme gelebilir. Halsizlik yakınması için anemi, depresyon, hipotiroidizm, uyku apnesi varlığı ve ilaç kullanımı gözden geçirilmelidir. Düzenli egzersiz yapılmalıdır. Kemik erimesi için düzenli egzersiz yapılması önerilir. Kemik mineral dansitometre sonuçlarına ve kandaki vitamin düzeylerine bakılarak kalsiyum, D vitamini ve bifosfonat tedavileri önerilebilir. Ayrıca, tüm hastalarda PBK’ye eşlik eden diğer hastalıklar araştırılmalı (Sjögren, skleroderma, Celiac hastalığı, akciğer hastalıkları) ve uygun bir şekilde tedavi edilmelidir. Tekrarlayan idrar yolu infeksiyonları uygun bir şekilde tedavi edilmelidir. Sigara hastalığın seyrini kötüleştirebileceğinden dolayı bırakılmalıdır.
Primer biliyer kolanjit hastaları nasıl takip edilir?
PBK hastaları yaşam boyu takip edilmelidir. Karaciğer için UDCA tedavisi başlandıktan sonra 3-6 ayda bir karaciğer testleri takip edilmelidir. Teşhis anında kemik mineral dansitesi ölçülmeli ardından ilk ölçüm sonucu ve karaciğer testlerindeki bozulmanın şiddetine göre 2-3 yılda bir takip edilmelidir. Yılda bir tiroit testleri ölçülmelidir. Sarılığı olan hastalarda yılda bir yağda eriyen vitaminlerin düzeyleri ölçülmelidir. Hastaların hepatit B antikor düzeyi ölçülmeli ve gerekirse aşılama yapılmalıdır. Alkol alımı kesilmeli ve ideal kilo hedeflenmelidir. Siroz gelişen hastalar ve erkek PBK hastaları hepatosellüler kanser gelişimi açısından ultrasonografi ve kanda AFP ölçümü ile 6 ayda bir takibe alınmalıdır. Sirozlu hastalarda yemek borusunda varis varlığını araştırmak için endoskopi yapılmalıdır.
Primer biliyer kolanjitte karaciğer nakli ne zaman gündeme gelir?
PBK’da karaciğer nakli sirozlu hastalarda, MELD skoru 15’in üzerine çıkınca gündeme gelir. Bunun dışında şiddetli, tedaviye yanıtsız kaşıntı için nakil yapılması gündeme gelebilir. Hastaların yaklaşık beşte birinde nakil sonrası PBK tekrarlayabilir.
PRİMER SKLEROZAN KOLANJİT
Karaciğer hücreleri tarafından üretilen safra ‘safra kanalları’ aracılığı ile barsağa iletilmektedir. ‘Primer sklerozan kolanjit’’te (PSK) bu safra kanallarında süreğen bir iltihaplanma hali ve bunun sonucunda aşırı bağ doku (fibrozis) gelişimi ile darlıklar oluşur. Bu karaciğer içi ve dışı safra kanallarında yaygın olarak meydana gelir ve safra akımına bir direnç gelişir. Karaciğer hücreleri bu dirence karşı çalışırlar. Hastalığın ilerlemesi yavaş (yıllar içinde) olur. Tekrarlayan safra yolları iltihaplanmaları (kolanjit), karaciğer sirozu, karaciğer hücre yetmezliği ve bazı hastalarda safra kanallarında tümör gelişimine yol açabilir (kolanjiokarsinoma).
PSK kimlerde görülmektedir?
Her yaş grubunda görülmekle beraber orta yaş grubunun (30-40 yaş) bir hastalığıdır. PSK inflamatuvar barsak hastalığı (İBH) olan bireylerde görülür. PSK’i olan hastaların %60-80’inde İBH’ı da vardır. PSK ve İBH olan hastaların %80’inde ÜK, %10-15’inde Crohn Hastalığı (CH) ve %5’inde indetermine kolit vardır. Başlangıçta İBH olmayan hastalarda daha sonra gelişebilmektedir. İlk tanıda hastaların %50’sinde İBH saptanabilirken, 10 yıl sonra bu aran %80’e çıkar. Tersinden bakıldığında İBH olan bir bireyde PSK gelişme sıklığı ise PSK varlığının nasıl araştırıldığı ile değişmektedir. İBH tanısı ile izlenen bir hastada şikayet olsun olmasın enzim yüksekliği saptandığında araştırılırsa ÜK’li hastalarda % 0.8 - 5.6, CH’ı olan hastalarda % 0.4 - 6.4 PSK saptanır. Bu sıklık İBH olan hastalarda enzim yüksekliğine bakılmaksızın magnetik rezonans kolanjiopankreatografi (MRKP) ile arandığında %8.1’e çıkar. Başka nedenlerle ameliyat edilen hastalarda karaciğer biyopsisi ile araştırıldığında %12.8 bulunmuştur. PSK, İBH’nın ‘aktivitesinden bağımsız’ barsak dışı komplikasyonlarından biridir. Barsak hastalığı nedeniyle barsağı cerrahi olarak çıkartılmış hastalarda yıllarca sonra bile tanı alabilir. Tersinden bakılırsa İBH’da PSK’in herhangi bir zamanında teşhis edilebilir; Hastaların bazılarında İBH daha önce –yıllarca- tesbit edilirken, bazen (yaklaşık %50) aynı anda teşhis edilir, bazı hastalarda ise PSK’den yıllarca sonra (yaklaşık %30 hastada) İBH teşhis edilmektedir. Hatta İBH karaciğer transplantasyonundan yıllarca sonra bile ortaya çıkabilmektedir. PSK tanısı konulduğunda İBH şikayetleri olmasa bile total ileo-kolonoskopi yapılmalı ve barsaktan biyopsiler alınmalıdır. Bunlar da normalse belirli aralıklarla kolonoskopi tekrar edilmelidir. PSK’li hastalarda İBH’nın klinik olarak yatıştığı bilinmektedir. Ancak bu hastalarda kalın barsak kanseri riski arttığı için belirli aralıklarla takibi gereklidir. Her PSK’e İBH eşlik etmeyebilir.
Primer sklerozan kolanjitin sebebi nedir ve nasıl oluşmaktadır?
PSK’in neden ve nasıl oluştuğu net olarak bilinmemektedir. Genetik olarak duyarlı bireylerde barsak bakteri hücre antijenleri gibi antijenik uyaranlara maruziyetle ortaya çıkan bağışıklık sisteminin reaksiyonu sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. İBH’na eşlik etmesi bu ‘geçirgen barsak’ hipotezini desteklemektedir. Barsaklardak iltihaplanma bir şekilde safra kanallarında da iltihaplanmaya yol açmaktadır. Kardeşlerde ve akrabalarda daha sık olması genetik faktörlerin de rolü olduğunu düşündürmektedir. Böyle başlayan safra akımı bozukluğu safra asitlerinin birikimine yol açmakta ve aşırı safra asitleri de safra kanallarında harabiyete katkıda bulunmaktadır.
Primer sklerozan kolanjit nasıl teşhis edilir?
Kanda ölçülen, safra akım bozukluğunu düşündüren testlerde [alkalen fosfataz (ALP), gama glutamil transferaz (GGT), bilirubinler] yükseklik saptandığında şikayet olsun olması PSK akla gelmelidir. Hastaların yaklaşık 1/3’ü hiç şikayet olmadan, sadece kan testlerinin yüksekliğiile teşhis edilir. En sık başvuru şikayetleri yorgunluk (%43-75), kaşıntı (%25-59), sarılık (%30-69), karın ağrısı (%16-37), cilt renginde koyulaşma (%25), kilo kaybı (%10-34) şeklindedir. Bir grup hastada ise son dönem karaciğer hastalığı bulguları [varis kanaması (%2-14), asit (%2-10), ensefalopati (%2-10)] gelişir. Bazı hastalarda ağrı, ateş, sarılık gibi ataklar olabilir; bu safra yollarının çamur-taşla geçici tıkanmasına bağlı olmaktadır.
PSK esas olarak safra kanallarındaki değişikliklerin görüntülenmesi ile (kolanjiografi) teşhis edilmektedir. Safra kanallarında darlık ve genişlemeler (tipik hastada tesbih dizisi görünümü) olmaktadır. Bu bulgu genellikle magnetik rezonans kolanjiopankreatografi (MRKP) ile araştırılır ve gösterilir. Görüntüleme yöntemleri ile tanı konulan hastalarda tanısal karaciğer biyosisine gerek yoktur. Eğer klinik ve/veya laboratuvar ile PSK şüphesi varsa ve kolanjiografi tanısal değilse özellikle küçük çaplı safra yollarını tutan PSK’i teşhis etmek amacıyla biyopsi yapılabilir. Biyopsi bazı hastalarda görülen ve karaciğer hasra testlerinin beklenenden daha yüksek olması ile şüphe edilen ‘primer sklerozan kolanjit – otoimün hepatit örtüşmesi’ durumunu göstermek amacıyla da yapılabilmektedir.
Primer sklerozan kolanjit nasıl bir hastalıktır? Doğal seyri nasıldır?
PSK 4 klinik fazda incelenmektedir.
Subklinik (preklinik) faz: Şikayetlerin ve biyokimyasal değerlerin normal olduğu, kolanjiografik bulguların olabildiği fazdır. Genellikle tesadüfen veya bakılırsa İBH olan hastalarda saptanır. Oldukça yavaş ilerleyen formdur.
Asemptomatik faz: Hastaların biyokimyasal değerleri bozulur. Özellikle ALP, GGT ve kısmen amintransferazlar yükselmeye başlar. Halen klinik normaldir. Hastaların yarıya yakını bu aşamada tanı almaktadır. Aylar-yıllar içinde semptomatik faza geçiş olabilir.
Semptomatik faz: Yukarıda tarif edilen şikayetlerin ortaya çıktığı aşamadır.
Dekompanse siroz fazı: Asit, ensefalopati ve varis kanaması gibi dekompanse siroz bulguları ortaya çıkar. Bu fazda karaciğer yetmezliği vardır ve nakil ihtiyacı doğmuştur.
PSK’de transplantasyonsuz sağkalım median 9.6-21.3 yıl olarak bildirilmiştir.
Primer sklerozan kolanjitin komplikasyonları nelerdir?
1.Kolestaz (safra akım bozukluğuna bağlı gelişen değişiklikler)
Kaşıntı, sarılık ana belirtilerdir. Özellikle uzun süreli hastalıkta safra asit eksikliği ile yağda eriyen vitaminlerin (A, D, E, K) eksikliği ortaya çıkar. PSK metabolik kemik hastalığı olan hepatik osteodistrofinin önemli sebeplerinden biridir.
2.Primer sklerozan kolanjit – malignite ilişkisi
PSK olan hastalarda başta safra yolları kanseri (kolanjiokarsinoma) olmak üzere, safra kesesi kanseri karaciğer kanseri [hepatosellüler karsinoma (HCC)] ve kolorektal kanser sıklığının arttığı bilinmektedir. Bu nedenlerle PSK’li hastaların belirli aralıklarla ultrasonografi, magnetik rezonans görüntüleme, bilgisayarlı tomografi, kolonoskopi ve kanda bu tümörleri gösteren testlerle (Ca 19-9 gibi) takip edilmeleri gereklidir.
3.Dominant (klinik ilişkili) darlık
PSK’li hastalarda darlık bazen o kadar sıkı olur ki geliştiğinde safra akışını azaltır, biliyer basıncı artırır, sarılık, kaşıntıda artma, enzimlerde belirgin yükselme, bakteriyel kolanjit ortaya çıkar. Varlığında hızla giderilmesi önerilmektedir zira dominant darlığın balonla dilatasyonu ve stent yerleştirilmesi gibi endoskopik yöntemlerle tedavisi, dominant darlığa bağlı kötüleşen kolestazın klinik ve laboratuvar bulgularının gerilemesine yol açmaktadır. Dominant darlığın endoskopik tedavisinin karaciğer nakline gidiş süresini ve sağkalımı uzattığını bildirenler de vardır.
4.Safra taşları
PSK’li hastaların %25-35’inde safra kesesi taşları vardır. Safra yollarındaki darlık nedeniyle oluşan safra stazı da safra yollarında (koledok veya intrahepatik) taş oluşmasına neden olur.
5.Bakteriyel kolanjit (safra yolları iltihaplanması)
Darlık ve/veya taşlar nedeniyle safra stazı ve bu safranın bakteriler ile enfekte olması nedeniyle ortaya çıkan bir tablodur. Saatler-günler içinde gelişen ağrı, ateş ve bazen sarılığın eşlik ettiği bir tablodur. Antibiyotikle beraber darlığa ve taşlara yönelik endoskopik ve/veya perkütan işlemler yapılmalıdır.
Primer sklerozan kolanjit nasıl tedavi edilir?
PSK hastalarında karaciğer transplantasyonu hariç kullanılan hiçbir tedavi yönteminin etkin olmadığı bilinmektedir. Esas olarak komplikasyonlarının tedavisi ve karaciğer hasarının takibini içerir. Bu anlamda medikal tedavi, girişimsel tedaviler (endoskopik veya perkütan) ve cerrahi tedaviler sözkonusudur.
Medikal tedavi
Kaşıntı olduğunda safra asit bağlayıcıları, antihistaminik ilaçlar, rifampisin, opioid antagonistleri verilebilmektedir. Ursodeoksi kolik asit (UDKA) safra asit birikimine bağlı gelişen hasarı kısmen azaltabildiğine inanılan toksik olmayan safra asitidir. Günlük pratikte ençok kullanılan ilaçtır. Safra asit metabolizması değişiklikleri yanında bağışıklık sistemine etkisi vardır. UDKA’in laboratuvarda düzelmeye yol açtığı (bilirubin, AST, GGT, ALP’yi düşürdüğü) gösterilmiştir. Karaciğere olan etkileri yanında kolon kaneri riskini azaltır. Barsak mikrobiatasına, immün sisteme, fibrozise ve safra asitlerine yönelik birçok deneme aşamasında olan ilaçlar henüz rutin kullanıma girmemiştir.
Metabolik kemik hastalığı tanıda ve 2-4 yılda bir taranmalı ve gerekli tedbirler alınarak tedavi verilmelidir: Egzersiz, Ca, D vit, alendronate vb.. Yağda eriyen vitaminler ileri evre hastalıkta düşer. Düzeyine bakılmalı ve yerine konulmalıdır.
Endoskopik tedavi
PSK’li bir hastada ERCP diagnostik (nadiren gerekir) yapılabileceği gibi, terapötik (dominant darlık ve/veya taşlar nedeniyle ortaya çıkan kolestazı gidermek amacıyla) veya malignite araştırılması amacıyla yapılabilir.
Dominant darlıkta endoskopik tedavi yöntemleri endoskopik sfinkterotomiyi, darlığın kılavuz telle geçilmesini, striktür dilatasyonunu, varsa taşların çıkartılmasını ve stent/nazobiliyer dren takılmasını içerir. Kolesistektomi yaralanması gibi benign darlıklarda kullanılan uzun süreli (3-4 aylık) stent uygulamalarında, PSK’li hastalarda stentin erken tıkandığı ve kolanjite yol açtığı gözlenmiş ve kısa süreli (1-2 hafta) stent uygulaması popüler olmuştur. Bazı hastalarda sadece balon dilastyonu da etkili olabilmektedir.
PSK ilerleyici bir hastalıktır. Dominant darlık aynı yerde nüks edebileceği gibi, başka lokalizasyonlarda da ortaya çıkabilir. Bu nedenle tekrarlayan endoskopik tedaviler gerekebilir. Endoskopik tedavi ile sadece büyük safra yollarındaki darlıkların düzeltilebileceği unutulmamalıdır. Zamanla intrahepatik safra kanalları oblitere olmakta, büyük safra yolları endoskopik müdahalelerle açık kaldığı halde sarılık, kaşıntı gibi şikayetler gerilememektedir. Bu duruma ulaşıldığında (median 8-10 yıl olarak kabul edilir) karaciğer transplantasyonu zamanı geldiği düşünülmelidir.
Perkütan tedavi
Teorik olarak endoskopik yolla yapılan her müdahale perkütan da yapılabilir. PSK’de perkütan müdahalenin özel zorlukları vardır: Karaciğer parankimi serttir, safra yolları incedir, kompleks ve multipl darlıklar vardır. Hastalar tekrarlayan işlemler gerektirir. Siroz varsa asit bir problem teşkil eder. Bu nedenlerle PSK’de endoskopik tedaviler perkütan yöntemlerden önceliklidir. Cerrahi anatomi değişmiş hastalarda veya endoskopik tedavinin yetersiz kaldığı durumlar da kullanılabilir. Bu durumlarda deneyimli ellerde başarı ile uygulanabilir.
Cerrahi tedavi
PSK’li hastalarda yaşam kalitesini artıran ve doğal seyri değiştiren bilinen tek tedavi karaciğer naklidir. Tümör gelişen hastalarda tümör cerrahisi de yapılabilmektedir. Çok küçük tümörlerde uygun ön tedavi ile karaciğer nakli de yapılabilmetedir.
Primer sklerozan kolanjitli hastalar nasıl izlenmelidir?
Primer sklerozan kolanjit’te safra yolları kanseri gelişmesi prognozu önemli ölçüde etkileyen bir faktör olduğu için erken saptanması önemli bir hal almaktadır. Tekip edilerek erken saptanan hastaların sağkalım sürelerinin yapılmayanlara göre belirgin arttığı bilinmektedir. Bu takip görüntüleme yöntemleri [6-12 ayda bir BT veya MR+MRKP (±US)], serum Ca-19.9 düzeyi ve ERCP veya PTK sırasında fırça sitolojisi ve/veya biyopsi alınarak yapılır.
Safra kesesi polibi için yıllık US taraması önerilmektedir.
Evre 4 hastalıkta 6 ayda bir AFP ve US yapılması HCC taraması için yaygın olarak yapılan bir uygulamadır.
Hem ÜK hem de CH’ı olan hastalarda kolonoskopi ile 1-2 yılda bir displazi veya kanser taraması yapılmalıdır. Diğer hastalardaki gibi mültipl 4 kadran mukozal biyopsiler alınmalıdır. Transplantasyon yapılsa bile bu uygulama devam etmelidir.